BİLGİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BİLGİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4.7.23

DOĞUM GÜNÜ PASTASI




DOĞUM GÜNÜ PASTASI

 🍰 

Hazırlayan: Bilhan Akkaya 

Neredeyse Dünya’nın her yerinde; doğum 

Pasta ve görsel. 

AYHAN USTA 

günlerinde, herkes pasta alır, keser, hediye eder veya ikram eder. Peki bu pasta kutlamasının çıkış öyküsü nedir? 

Konu ile ilgililerin bazıları; bu pasta olayını pagan ritüellerine, plasentaya taparak hayatın teşekkürüne kadar götürür. 

Pasta; Eski Yunanlılar tarafından tüketilen bir yiyecekti. Bu kültürde; her ayın altıncı günü bekaret, avlanma ve hayvanların egemenlik tanrıçası Artemis'in doğum günü kutlanırdı. Kırsalda ona sunular sunulurdu. Bu sunular; küçük bal kapları ve unlu keklerdi. 




Ay ışığını sembolize etmek için de mumlar yakılırdı. 

Eski çağlarda her doğum günü kutlamasının; kötü ruhlar tarafından ziyaret edildiğine inanılırdı. Bu yüzden pastayı ateşle aydınlatmayı gerekli buldular. Böylece her türlü kötülükten korunacaklardı. Aynı zamanda alevi söndürdükleri anda; dumanın cennete gittiğine ve doğum günü çocuğunun dualarının tanrılara ulaştığına inanıyorlardı. Bu yüzden mumları üflemeden önce bir dilek tutmak gerekirdi.

Günümüzde kutlanacak yılların sayısını simgeleyen mum sayısı geleneğinin; Almanya'da ortaya çıktığını bilmelisiniz. Alman çocuklar Kinderfest adında bir kutlama ile doğum günlerini kutlarlardı. Pastanın merkezine; yılın her ayını sembolize eden 12 işaretli uzun bir mum yerleştirilirdi. Ateş; doğum günü kutlanan kişinin doğum ayına ulaştığında mum yakılır ve üflenerek söndürülürdü. 

Kaynaklara göre; pasta kelimesi Yunanca'da 'plasenta' kelimesinden türemiştir ve bu yüzden pasta, onun gibi yuvarlak ve düzdür. Bu konsept gereği; her yıl, bir insanın hayatının ilk aylarını geçirdiği organ onurlandırılır. Pastanın yuvarlak şekli; plasentayı simüle ederken,  mum fetüsü anneye bağlayan göbek bağını temsil etmektedir

Hazırlayan ve alt görsel.  Bilhan AKKAYA 



30.6.23

ZEYTİN VE TARİHÇESİ

 

ZEYTİN VE TARİHÇESİ 

Resim.Sn. Emir Barbur 








Resim. Mozaik sanatçımız 

Sayın.Menel Hüzmeli eseridir.




 

Oleacea familyası, Olea cinsinin bir türü olan zeytinin (Olea europaea L.) anavatanı, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni de içine alan Yukarı Mezopotamya ve Güney Ön Asya’dır . Zeytinin dünyaya yayılışı üç yoldan olmuştur. Birincisi Mısır üzerinden Tunus ve Fas, ikincisi Anadolu boyunca Ege adaları, Yunanistan, İtalya ve İspanya ve üçüncüsü ise İran üzerinden Pakistan ve Çin’dir. İlk kültüre alınışı ve ıslahı Sâmiler tarafından olmuştur. Arkeolojik çalışmalar, zeytin yetiştiriciliğinin M.Ö 4.000’li yıllara kadar dayandığını göstermektedirler. İlk Grek ve Roma yazıtlarında zeytinin barış ve birlikteliğin ebedi simgesi olduğuna değinilmiştir. Kuran, İncil ve Tevrat’taki sayısız bölümde zeytine yer verilmiştir. Tarihi gelişimi içinde birçok efsaneye kaynak olan zeytin, eski uygarlıkların yazıtları ve kutsal kitaplarda yer almıştır. Zeytin beyaz bir güvercinin Nuh’un gemisine tufan sonrası canlılık belirtisi olarak, ağzında zeytin dalı ile dönmesi nedeniyle, yüzyıllardır barışın simgesi kabul edilmektedir. Bölgede yürütülen bir araştırmada deniz seviyesinden bin metre yükseklikte zeytin ağacı bulunması, Cudi ve Gabar dağlarında bol miktarda yabani zeytin ağaçlarının olması, Nuh’un gemisinin Ağrı dağına değil Cudi dağına konduğu rivayetini güçlendirmektedir. M.Ö. Atina Anayasasında yer alan ve Aristotle tarafından kaleme alınan “Devlet malı veya özel mülkiyet farkı olmaksızın, zeytin ağacını kesen veya deviren herkes mahkemede yargılanacaktır eğer suçlu bulunurlarsa idam edilmek suretiyle cezalandırılacaklardır” sözü zeytin ağacının tarihteki yeri ve önemi anlatmaktadır. Nitekim zeytin tarımının yayılmasında büyük rol oynayan Romalıların, diyetlerinde zeytin yerine hayvansal yağları kullananları barbar olarak tanımlamaları, Hipokrat’ın zeytinyağının tedavi edici özelliğini kullanması bu önemi vurgulamaktadır. M.Ö. 4000’lerde kültür bitkisine dönüştürülen zeytinin yağının çıkarılması ve kullanımının yaygınlaşması ancak 1500-2000 yıl sonra gerçekleşmiştir. Tunç Çağı’nda ve daha sonrası dönemlerde Akdeniz’de zeytinciliğin yaygınlaştığını gösteren arkeolojik buluntular arasında yağ presleri, saklamada kullanılan kaplar, zeytin gösterimleri olan vazo ve duvar resimleri sayılabilir.

Zeytinyağının kilometre taşları
M.Ö. 6000 – Zeytin tarımının Suriye’de Samilerle başlaması
M.Ö. 3000 – Tarım bilgisi ve kültürü Akdeniz’de Doğu’dan Batı’ya doğru yayılmaya başlar. – Ortadoğulu tüccarlar Kıbrıs ve Girit’e zeytini götürdüler.
M.Ö. 2500 – Girit’te bulunan tarih öncesi toprak levhalarda zeytinyağı ve kullanımlarından söz edilir.
M.Ö. 2000 – Eski İsrailliler zeytinyağını rahipleri kutsamakta ve tapınaklardaki kandilleri yakmakta kullanırlar.
M.Ö 1780 – Hammurabi Kanunları zeytin ağacını bir yıl içinde iki ayaktan fazla budamanın ölüm cezasına çaptırılacağını söyler.
M.Ö. 1700 – Zeytin ağacı Mısır’a getirildi. Tutankamon zeytin dallarından taç giydi.
M.Ö. 1500 – Zeytinyağı Girit’in en önemli ticaret geliri olarak ortaya çıkar ve Mısır’da kozmetik amaçlarla kullanılır.
M.Ö. 1000 – Yunanistan’da zeytinyağının mutfaktaki kullanımları keşfedilmeye başlanır.
M.Ö. 900 – Kaldıraçlı presler kullanılmaya başlandı.
M.Ö. 776 – Kazananlara zeytindalı ve zeytinyağının ödül olarak verildiği ilk Olimpiyat Oyunları yer alır.                                        
M.Ö. 620 – Solon’un zeytin koruma kanununda bir zeytin ağacını kesen veya zarar verenin ölüm cezasına çarptırılacağı yazılır.
M.Ö. 600 – İtalya, İspanya, Fransa ve Kuzey Afrika zeytin ağacıyla tanıştı.
M.Ö. 200 – Arşimet vidası zeytinyağı preslerinde kullanılmaya başlandı.
M.Ö. 100 – Eski Yunan ve Roma edebiyatında zeytin ağaçlarından, zeytinden ve zeytinyağından söz edilir.
M.S. 100 – Romalılar birkaç değişik zeytinin sınıflandırmasını yaparlar.
M.S. 200 – Roma barışıyla Akdeniz’de zeytinyağı üretimi ve ticareti altın devrini yaşadı.
M.S. 325 – Konsantin zamanında 2300 yağ distribütörü kent sakinlerinin yemek, kozmetik masaj, vücut bakımı, lamba ve diğer şey için kullandığı zeytinyağını temin eder.
M.S. 1000 – Zeytinyağı az bulunmaya başlar ve bazen nakit yerine kullanılsa da en önemli kullanım alanı dinsel ayinlerdir.
M.S. 1300 – Zeytinyağı Akdeniz ülkelerinin temel yiyeceği haline geldi.
M.S. 1500 – 1600 – İspanyol kaşif ve misyonerler zeytinyağını Yeni Dünya’ya taşırlar.
M.S. 1524 – Meksika’da ilk zeytin ağaçları dikilir.
M.S. 1550 – Leonardo da Vinci zeytinyağı presi tasarladı.
M.S. 1700 – Fransisyan misyonerler 600 kilometrelik Kaliforniya sahillerine 1800’lerin başlarında zeytin dikerek 21 yerleşim bölgesinden 19’una zeytini götürürler.
M.S. 1717 – Vincenzo Mela adlı İtalyan prina yıkama yöntemiyle prina yağı elde etti.
M.S. 1820 – Zeytinyağı imalatında su gücüyle çalışan hidrolik presler kullanılmaya başlandı.
M.S. 1870 – Kaliforniya’da ilk ticari zeytin üretimi başlar.
M.S. 1887 – Van Gogh zeytinliklerle ilgili 16 tablo yaptı.
M.S. 1900 – İtalya Kralı I. Umberto İtalya’da zeytin ağacının kesilmesini yasaklar ki bu İtalya’nın bazı kesimlerinde hala yürürlüktedir.
M.S. 1920 – Amerika’ya gelen Avrupalı göçmenler Amerikan mutfağına zeytinyağını sokarlar.
M.S. 1927 – Kesintisiz sistemin öncüsü santrifüj teknolojisi zeytinyağı imalatında uygulandı.
M.S. 1980 – Sağlık ve yemek kitapları aracılığıyla zeytinyağı bilgi ve kültürü dünyaya yayılmaya devam eder
 


 
Türkiye Zeytin Tarihçesi  
Zeytincilik, Cumhuriyet sonrası ülkemizde tarımının en önemli faaliyet alanlarından biri olmuştur. Atatürk’ün 1929 yılında Yalova bölgesine yaptığı bir gezide zeytinciliğe gereken önemin verilmesine yönelik direktifleri ile ülkemizde zeytincilik seferberliği başlatılmış ve zeytincilik konusunda araştırmalar yapmak üzere, 1937 yılında Bornova Zeytincilik Araştırma Enstitüsü kurulmuştur. Diğer yandan zeytin, bahçesine bakmayan ve bakım yaptırmayan üreticilere ceza verilmesine neden olan bir kanuna (26/01/1939 tarih ve 3573 sayılı “Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun”) sahip tek bitki olmuştur. Ülkemizde zeytincilik, yurt dışında eğitim görmüş  uzmanlar tarafından yeni, bakımlı, sağlıklı ve verimli bahçeler tesis edilerek, uzun yıllar sonunda büyük bir hızla gelişmiştir. Zeytinciliğe verilen bu önem, 1950’li yıllardan itibaren gittikçe azalmakla birlikte, 1961-62 döneminde Türkiye ilk zeytinyağı ihracatını yapmıştır. 1970’li yıllarda verimin düşük ve maliyetin yüksek oluşu kârlılığı olumsuz etkilemiş, tamamen doğal olan zeytinyağının insan sağlığı yönünden ne kadar değerli olduğu anlatılarak teşvik edileceği yerde, rafinasyon ile elde edilen diğer bitkisel yağların üretim ve tüketimi teşvik edilmiştir. 1980’li yıllar ve sonrasında zeytinciliği koruma kanununa rağmen zeytinlikler sökülerek, kıyı turizmi uğruna feda edilerek başka tarımsal faaliyet alanları zeytinciliğin yerini almıştır. Oysa  aynı  yıllarda  geleneksel  zeytin  yetiştiriciliğinin ekonomik  olmadığını  farkına   varan  İtalya  ve İspanya modern zeytinciliğe yönelmişlerdir. Ülkemizde 2000’li yıllardan bu yana Cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi özellikle de sofralık zeytin ve zeytinyağı üretiminde nitelik ve nicelik olarak ciddi gelişmeler görülmektedir. Çünkü sofralık zeytin ve zeytinyağı teknolojisi gelişmekte, bölgeleriyle özdeşleşen ve markalaşan zeytin çeşitleri, zeytin ve zeytinyağı pazarının gelişmesine destek vermektedir. Butik zeytincilik, coğrafi işaretlemeler, tadım panelleri, lisanslı depoculuk çalışmaları vb. yeniliklerle birçok üretici ve firma yurtdışında fuar ve yarışmalarda dereceler almaktadırlar. Ülkemiz zeytincilik yapısı, geleneksel zeytincilikten çıkıp modern zeytinciliğe yönelmektedir. Türkiye,dünya sofralık zeytin ve zeytinyağı pazarında söz sahibi olabilmenin en önemli koşulu olan yüksek kaliteli üretimi hedeflediği için bazı sorunlar da yaşamaktadır. Ancak sektörde pazarın taleplerini dikkate alarak, daha fazla AR-GE ile ayakta kalabileceği bir duruma da gelinmiştir.



SANATKAR MOZAİK SANATÇISI

MENEL HÜZMELI HANIMIN YAZISINI EKLEMEMEK OLMAZDI.


Zeytinin mitolojik hikayesi, ölmez ağacın yaşam bulduğu hemen her coğrafyada mevcuttur. Mısır mitolojisine göre ise Tanrıça İsis; insanlığa zeytini yetiştirmek, hasat etmek ve yiyebilmek için ihtiyaç duydukları bilgiyi verdi. Mısırlılar için kutsal olan zeytinin, firavunların öbür dünyaya geçişlerinde yiyecekleri yemek olduğuna inanılırdı. Hiyerogliflerde de zeytin ağacı, dalı ve zeytin yer alır. Tutankhamun’un mezarında ise zeytin dallarından yapılmış süslemeler bulunmuştur.

Nuh Peygamber, tufanın yatışıp yatışmadığını öğrenmek için bir güvercin gönderir. Güvercin ağzında taze bir zeytin ağacı dalı ile geri döner. Bu tufanın yatıştığının ve güvercinin karaya ulaşabildiğinin göstergesidir. O günden itibaren de ağzında zeytin dalı taşıyan güvercin, barışın sembolü haline gelir. 

Antik Çağ’dan beri uzun ömür, sağlık, güç ve güzellik ile ilişkilendirilir. 
Hayatınızda sağlık ve güzellik eksik olmasın.

#zeytin #tasarım #italya #mozaik #mocaik #artmozaik #Handmade #naturalstones #dağaltaş #dekorasyon #sanat #istanbul



29.6.23

SARI KANTARON ÇİÇEĞİ VE YAĞI


Hypericum perforatum

Sarı kantaron (Hypericum perforatum), Kılıç otu, Mayasıl otu ve Koyunkıran adlarıyla da bilinir. Sarı kantarongiller (Hypericaceae) familya’sındaki Hypericum cinsinin çiçekli bitki tip türüdür.






Sarı Kantaron Yağı

Sarı kantaron Latince adıyla Hypericum perforatum L., halk dilinde mayasıl otu veya binbirdelik otu olarak bilinir. Hyperaceae familyasından gelen sarı kantaron, ılıman ve sıcak iklimde yabani olarak yetişen bir bitkidir. Rengiyle göz alan bu ot, kurutularak ya da taze olarak işlenir ve 100’e yakın türü Türkiye’de yetişir. Soğuk coğrafyalarda tekrar tekrar oluşan ve bu sebeple çok yıllık otsu bitki olarak kategorize edilen sarı kantaron, yeşil gövdesi ve sarı çiçekleriyle 30-80 cm boylarındadır. Bu çiçekler yaz aylarında toplanır ve asırlardır tüm dünyada birçok farklı hastalığı tedavi etmek amacıyla kullanılır. Bugün de bu değerli bitki, fitoterapinin uzmanları tarafından bitkisel tedavilerde kullanılmaya devam ediyor.




Kantaron Yağı Nedir?

Sarı kantaron çiçeklerinin toplanıp belirli bir işlemden geçirilmesi ve zeytinyağı ile birleştirilmesi sonucu kantaron yağı elde edilir. Bu yağ özellikle yara izlerinin hızlı iyileştirilmesi için kullanılır. Biyoflavonoidler, organik asitler, antioksidanlardan zengin olan sarı kantaron yağı, hiperisin ve hiperforin içeriğiyle de dikkat çeker. Kırmızı kantaron yağı ise kırmızı renktedir. Hiperisin bu yağın kırmızı renginden sorumlu olan antrakinon türevidir.



Sarı Kantaron Yağı

Sarı kantaron çiçekleri, çiçeklenme dönemleri olan Mayıs-Eylül ayları arasında topraktan 5 cm yukarıda olacak şekilde, yani toprak üstünden toplanır. Avrupa Farmakopesi’nde “Hyperici herba” adı ile bilinen bitki üretim maserasyonuna sokulur. Maserasyon; Uygun bir çözücü içinde bitkinin bekletilmesi anlamına gelir. Sarı kantaronun maserasyonu için zeytinyağı tercih edilir. Ancak kullanılan zeytinyağının özellikle sızma zeytinyağı olması önemlidir.


Doğru zamanda toplanan bitkinin toprak üstü kısımları taze veya kurutulmuş olarak 2-3 cm uzunluklara parçalanır ve zeytinyağı içeren bir kavanoz içine konulur. Genellikle bu oranın 1/5 olması istenir. Bu karışım 4-6 hafta arasında belirli periyodlarda çalkalanarak güneş ışığına maruz bırakılır. Sarı kantaron çiçeklerinin zeytinyağı ile özdeşleşmesi beklenir. 4-6 haftalık süre sonunda karışım tülbentten geçirilir. Süzülen karışım kahverengi renkli bir şişeye konur ve bu şekilde saklanır.


Temelde aynı kantaron bitkisinden elde edilen bu yağların farkı kırmızı kantaron yağının taze bitkilerden, sarı kantaron yağının ise kurutulmuş bitkilerden elde edilmiş olmasıdır.


Kantaron Faydaları

Kantaron yağının son yıllarda özellikle yaraların iyileşmesinde etkili olduğu bilinir. Güneş yanıklarından, kesik yara izlerine kadar kantaronun içeriğindeki etken maddelerin iyileşme sağladığı söylenir. Bununla ilgili araştırmalar günden güne artarken kantaronun antiinflamatuar ve antibakteriyel özellikle gösterdiği kabul edilir. Kantaronun sindirim sistemini iyileştirmesi de kantaronun faydaları arasında sayılır. Kantaronun etken maddeleri depresyon ile mücadelede önemli rol oynar. Kadınların zorlu bir dönemi olan menopozda da kantaronun iyi bir dost olduğu bilinir.



Mikrop Önleyici Etki Gösterir

İçerisindeki hiperforinden kaynaklı kantaron yağı, antibakteriyel etki gösterir. Bu, bakterilerin yaşamasını durdurup, üremesini engellemesi anlamına gelir. Hiperisin antibakteriyel aktiviteye destek olur. Sarı kantaron yağı içeren bir merhemin yanıkların iyileşmesinde etkili olduğu anlaşılmıştır. İyileşme süresini kısaltırken antiseptik etki ederek mikropların üremesini ve yayılmasını engellemiştir. Yapılan bir çalışmada, Hypericum ekstraktlarının bakteri kaynaklı vajinal enfeksiyonlarda kullanımının güvenli olduğu sonucuna varılmıştır.


İltihap Giderici Kabul Edilebilir

2009 yılında yapılan bir çalışmada Hypericum perforatum bir antiinflamatuvar ajan olarak umut vaat ediyor. Sarı kantaron ekstraktlarıyla beslenen sıçanlarda, kolon iltihabıyla ilişkili enzimlerinin seviyelerinde azalma görüldü. Sarı kantaronun iki ana yağ özütü olan quercetin ve I3, II8-biapigenin, özellikle antiinflamatuvar ve mide koruyucu aktivite gösterdi. Sarı kantaron ekstraktları siklooksijenaz-2, interlökin 6 ve indüklenebilir nitrik oksit sentaz (iNOS) gibi proinflamatuvar (iltihap yapıcı) genlerin ekspresyonunun etkinliğini önleyerek antiinflamatuvar (iltihap giderici) etki göstermiştir.


Yara İyileşmesini Hızlandırır

Yara iyileştirmesi, kantaron yağını üne kavuşturan özelliğidir. Sarı kantaron, kolajen ve elastin sentezini canlandırması, iltihabi reaksiyonu önlemesi, bakteri ve küf dahil mikropların gelişimini engellemesi sayesinde yara iyileştirme özelliğine sahiptir. Sarı kantaron yağının yaraların iyileşmesini hızlandırdığı araştırmalarla ortaya konmuştur. Yapılan çalışmada, sarı kantaron ile yapılmış bir yanık kreminin kullanıldığı yanık tedavisinde şu bulgulara varılmıştır: Tedavide etkisi gözlemlenen kantaron yağının özellikle 1’inci derece yanıklarda çok etkili olduğu, yanığın 2 gün içerisinde iyileştiği rapor edilmiştir. 2’nci ve 3’üncü derece yanıkların ise alışılagelmiş yöntemlerle tedavi edilen yanıklara oranla en az 3 kez daha hızlı iyileştiği görülmüştür. Aynı zamanda bu merhemin keloid (dokunun kendisini aşırı tamir etmesi sonucu oluşan fibroz doku) oluşumunu engellediği bildirilmiştir.


Sarı kantaron merheminin sezaryen yaralarındaki etkisi üzerine yapılan bir klinik çalışmada, 10’un günde yara iyileşmesinde anlamlı farklar görülmüştür. Sezaryenle doğum yapan ve bu merhemi kullanan kadınlarda yaralarının iyileşmesinde gözle görülür fark olduğu ve yara izlerinde de küçülmeler olduğu rapor edilmiştir. Bu kadınların iyileşme sürecinde kaşıntı ve ağrı hissinin de azaldığı da gözlenmiştir.


Kantaron yağı farklı yara tedavilerinde kullanılır. Sıyrıklar bunlardan biridir. Yanık ve güneş yanıkları da yine kantaron yağı ile tedavi edilebilir.


Sindirimi Rahatlatır

Mide ülseri ve şişkinlik problemlerinde kullanımına sıklıkla rastlanan sarı kantaron yağı, akut konstipasyon (kabızlık) ve gaz krampları için de kullanılabilir. Sarı kantaron yağı midenin içerisinde bariyer oluşturarak mide asidinin etkilerini hafifletir ve hazmı kolaylaştırır.


Depresyon Tedavisinde Destekçi

Sarı kantaronun içeriğindeki hiperforin ve flavonoid maddelerinin antidepresan etki göstererek destek olduğu yapılan analizlerle gösterilmiştir. Hafif ve orta derecede depresyon tedavisinde sarı kantaron özütünün etkili olduğu klinik çalışmalarla saptanmıştır. Akut majör depresyon tedavisi gören ve günde 2 kez 450 mg standardize sarı kantaron ekstresi alan kişilerde, antidepresan etkisi görülmüştür. Sarı kantaronun antidepresan ilaçlar gibi etkili olduğu tespit edilmiştir.


Menopoz Şikayetlerini Azaltabilir

Kadınların zorlu dönemlerinden biri olan menopoz döneminde de sarı kantaronun etkilerinden faydalanılabilir. Premenopoz (menopoz öncesi) ve menopoz döneminde kadınlar gece terlemeleri, sıcak basmaları, uykuya dalmada zorluk ve az uyuma isteği, duygu durum değişikliklerinden rahatsızdır. Bu şikayetler menopoz öncesinde başlayarak kadınların en çok şikayet ettiği durumlardır. Yapılan bir klinik çalışmaya göre, sarı kantaron menopoz şikayetlerinin azaltılmasında destek olmuştur. Menopoz öncesinden itibaren başlayan bu şikayetlerin şiddetini azaltırken süresini kısaltmıştır. Ayrıca şikayetlerin görülme sıklığını da ciddi oranda azaltmıştır. Bu etki bitkinin beyinde serotonin seviyesini artırarak kişinin psikolojik durumunu iyileştirmesine bağlı olabileceği düşünülür.


Kantaron Yağının Cilde Faydaları

Özellikle yaz aylarında güneşe maruz kalınan süre ve miktar artar. Bu durum da cilt kuruluklarını beraberinde getirir. Bazı cilt tipi zaten her koşulda kurumaya müsaittir. Bu durumla başa çıkmak için zeytinyağlı kremlerin yanı sıra sarı kantaron yağından da destek alabilirsiniz. Özellikle çok sık rastlanan nasır ve topuk çatlakları için de sarı kantaron yağını deriye iyice yedirerek masaj yapıp sürmek yararlı olacaktır.


Kantaron yağının yüzde faydaları ve kantaronun yağının saça faydaları ile ilgili kanıtlanmış bir bilimsel çalışma yoktur.


Kantaron Yağı Nasıl Kullanılır?

Kantaron yağının yaralar üzerindeki kullanımı şöyledir: Ciltte meydana gelen yanık, yara, sıyrık, güneş yanıkları ve sezaryen yaralarına 8-10 damla kadar kantaron yağı sürün ve yağı masaj yaparak uygulayın.


Mide ve sindirim sistemi için ise kantaron yağının kullanım şekli şudur: Aç karnına sabah ve akşam olmak üzere günde 2 defa 1 tatlı kaşığı (10 ml) içilmesi önerilir. Bu sayede mide koruyucu etki gösterir ve mide ülserini tedavi etmeye destek olur.


Kantaron Yağının Yan Etkileri Var mı?

Öncelikle tüm bitkilerin kullanımı ile ilgili doğru bilgiye sahip olmak önemlidir. Kantaron yağının da nasıl saklandığı ve depolandığı bilinmelidir. Yağın ne kadar miktarda ve sürede kullanılacağı bilgisi net olmalıdır. Ayrıca hangi amaçla ile kullanılacağı da önemlidir. Şüpheli bir durum yoksa kantaron yağının ve hidrosolünün yıkıcı yan etkileri olduğu görülmemiştir. Ancak antidepresan tedavisi alan kişilerin bu bitkisel desteği almadan önce mutlaka doktora danışmaları gerekmektedir. Alerjik reaksiyonlara sebep olabileceği de unutulmamalıdır.


Her zaman yanlış doz toksik etki yaratır. Sarı kantaronun öngörülmemiş ve kontrolsüz dozajı çok fazla yan etkiye sahip olabilir.


Unutmayın ki bir bitkinin etkisi ile içerisindeki etken maddeye özgü özel çözücülerle ekstrakte edilmiş etken maddelerin etkisi aynı değildir. Sarı kantaron da olsa kullanmadan önce hekiminize ve eczacınıza mutlaka danışın.


Kantaron Yağı Kimler İçin Sakıncalıdır?

Kalp damar hastalığı olanlar, klinik çalışmaları yeterli olmadığı için hamileler, emzirenler ve feokromasitoma hastalığı (böbrek üstü bezi tümörü) olanlarda sarı kantaron yağı kullanımı önerilmez. Yine kemoterapi alan kişiler ve organ reddine neden olabileceği için organ nakli yapılmış kişiler kesinlikle sarı kantaron kullanmamalıdır. Sarı kantaron yağı bazı ilaçlarla da etkileşime girebileceği için sakıncalı kabul edilir. Bu ilaçlar bazı antibiyotikler, kardiyovasküler sistemine yönelik ilaçlar ve sinir sistemi ilaçlarıdır. Sarı kantaronun bu ilaçlarla birlikte kullanılmaması gerekir.

Netten Alıntı.

Kısmen Wikipedia 

25.6.23

KARABİBER

 



Karabiber 

Sn.Sinan Acartürk  yazısıdır. 




Sofraların ve bazı içeceklerin de baş tacı olan bu baharatın tarihte önemli bir yere sahip olduğunu biliyor muydunuz?


“Karabiber bilinmeden baharatın tarihi, 

baharatın tarihi bilinmeden de dünya 

tarihinde bazı olayların, savaşların ve 

özellikle sömürgeciliğin temel sebeplerini aydınlatmamız mümkün değildir.” der, bir tarihçi.


Öncelikle konuya, meyveynin kısa bir tanıtımıyla giriş yapalım. Karabiber (Piper nigrum), çiçekli bitkilerden Piperaceae familyasına ait bitkilerin meyvelerinin kurutulup, baharat şeklinde kullanılmasıyla elde edilir ve genelikle de toz şekliyle kullanılır.


Aslında "Karabiber" tropik ormanlarda, 10 mt. uzunluğa kadar ulaşabilen, sarılıcı bir 

bitkinin meyvesidir. Küre biçimli ve eriksi tipte meyveleri olan bitkinin, kabuğunun dış kısmı etli, iç kısmı serttir. Hasat edildikten sonra işlenme ve kurutulma şekline bağlı olarak siyah, yeşil veya beyaz biber olarak da üretilebilir. Karabiber meyveleri tam olgunlaşmadan toplanırsa bu “Yeşil-biber”olur. Olgunlaşıp, kızarıp, kuruyup toplanırsa “Kara-biber”, Siyah kabukları çıkarıldığında ise “Beyaz-biber” olur. Her ne kadar anavatanı Hindistan olmasına karşılık, tüm sıcak iklimlerde yetiştirilebilir. 


Dünyada en yaygın baharat türü olan Karabiber, anavatanı olan Hindistan'da 4000 yıldan beri baharat ve ilaç olarak kullanılmaktadır. Güney Doğu Asya haricinde bazı yerlerde de karabiber yetiştirilmeye başlanmış, tarım arazileri Endonezya ve Malezya’ya kadar da genişlemiştir.


Karabiber kelime Kökeni, yeni Yunanca'da pipéri πιπέρι "Güney Asya" dan ithal edilen 

bir baharat, sözcüğünden alıntıdır. Yunanca sözcük, Eski Yunanca aynı anlama gelen péperi πέπερι sözcüğünden evrilmiştir. Bu sözcük Sanskritçe pippalī (meyvecik, küçük meyve, yada karabiber bitkisi ve meyvesi) sözcüğünden alıntıdır. Kelime batı dillerine de Latince yoluyla Yunancadan geçmiştir. 


Karabiber, dünyadaki en yaygın baharat türüdür. Öyle ki Antikçağ’dan itibaren baharat için Doğu’ya yolculuklar yapılmış, büyük savaşlar çıkmıştır ve uğruna çok insan can vermiştir.  Kristof Kolomb’un, Macellan’ın, Vasco de Gama’nın seyahatlerinin altında da "Baharat" yani doğal olarak karabiber yatmaktadır. 


Evet... karabiberin ülkesi, Hindistan’ı arayan Kolomb, Amerika’yı böyle bir yolculukta keşfetti. Bazı uzmanlara göre Karabiber, Büyük İskender tarafından Avrupa’ya taşımıştır. Tarih boyunca baharat ticaretini elinde tutan ülkeler ticaret ile birlikte, gücünü ve bunun yanında zenginliğini de elinde tutmuşlardır. 


En başa bakacak olursak; Antik çağda, Mısır firavunu II. Ramses'in mumyasının burun deliklerinde 3230 yıllık karabiber kalıntıları bulunmuştur. (Hoş kokusu ile, koklayanı hapşırık krizine sokan bu meyveyinin neden firavunun burun deliğine sokulduğu ise bir muamma) tabi yapılan bu keşif, karabiberin diğer ülkelerden önce Mısır'a ulaştığının göstergesidir.


Karabiberin dünyanın şekillendirilmesinde ve baharat ticaretinin büyük kısmının katalize edilmesinde de en önemli etkiye sahip olduğunu belirtmiştik. Öyle ki Hindistan’da karabiber hem ilaç hem de çeşni olarak kullanılıyormuş. MÖ. 4. yüzyılda yazılmış ünlü 

"Mahabharata" destanında karabiberin adı geçiyor. Antik Yunanistan'da karabiber, para ve kutsal bir ürün olarak kullanılmak üzere yüksek bir prestij de kazanmış. Karabiber, hem tanrılara sunmak hem de vergileri ve fidyeleri ödemek için kullanılıyormuş. Örneğin: 410 yılında Vizigotların ilk kralı Alarik Roma kuşatmasında  fidye olarak " 1360 kilo " karabiber tohumu istemiş. Orta Çağ boyunca ve Rönesans Dönemi’nde Avrupalılar karabiberi öyle yüksek değerlendirmişler ki çoğu zaman kayıtlarda bir hediye, kira ve çeyiz olarak da karşımıza çıkar. O Çağlarda bir erkeğin serveti karabiber stoğuyla ölçülmüştür, o derece yani...


Bu baharat, önceleri Arap tüccarlar tarafından Mısır ve Orta Doğu’ya, Akdeniz çevresi ülkelerden de Avrupa’ya götürülürmüş. Tabi o dönemde baharatların Avrupa’ya ulaştırılması oldukça zahmetli ve uzun bir süreçmiş. Burada kullanılan iki ana rotadan bahsetmek mümkün. Bunlardan ilki, Orta Asya üzerinden gelen, Çin ipeğinin Roma’ya taşındığı, antik İpek Yolu, bir diğeri ise Hindistan ve Sri Lanka üzerinden Yemen kıyılarına veya Basra Körfezi’ne ulaşan deniz yoludur. Baharatlar bu kıyılardaki limanlarda karaya varır, ardından Levant denilen, Filistin çevresine denk gelen doğu Akdeniz bölgesine taşınırdı. Sonra Mısır’da İskenderiye limanına ve Karadeniz’e ulaştırılır, buradan da deniz yoluyla Avrupa’ya ulaşması olurdu. 


Doğudan kara ve deniz yoluyla getirilip yüksek fiyatlara satılan karabiber ticareti önce Roma İmparatorluğu’nun kontrolüne girmiş, 176'da ithal edilen karabiber ve diğer baharatlara vergi konulmuş. 409 yılında Roma’ya yaklaşık 1.500 ton karabiber ithal edildiği belirtilmektedir. Daha sonra baharat ticareti Venediklilerin kontrolüne geçmiştir. Avrupa’ya giren tüm baharatlar Venedik ve Cenova şehirleri tarafından kontrol edilirmiş. Tabi doğal olarak karabiber talebi arttıkça ticareti de o kadar artmış.10. yüzyıla gelindiğinde karabiber Avrupa’da önemli hale gelmiş, öyle ki karabiber ticaretinin dünyadaki ilk borsa oluşumlarını tetiklediği düşünülür. O dönemde, bir şeyin kıymetli ve özel olduğunu anlatmak için, “Karabiber gibi” tarzı ifadeler kullanılırmış. Altınla yarışır hâle gelmiş. 


Bu arada karabiber tarihinde Türklerin de büyük bir rolünün olduğuna değinmededen ademeyiz. Efendim yıllar 1453’ü gösterdiğinde, Osmanlı Devleti’nin Bizans’ı yenerek İstanbul’u fethetmesi, Avrupalı baharat tüccarları için de bir dönüm noktası olmuştur. Baharat yollarının en önemli noktaları artık hızla büyümekte olan Osmanlı’nın toprakları içerisinde kalmış ve doğal olarak da Türklerin en önemli ticaret kaynağı olmuştur. Ancak tarihte Baharat yolu olarak adlandırılan bu önemli yola ve tabiki de Karabibere de sahip olabilmek için devletler içinde çeşitli isyanlar ve hattâ savaşlar bile yapılmıştır. Bu savaşlardan birisi de "Ridaniye Savaşı"dır.


(Belki bilmeyeniniz yoktur ama, genede biz bir hatırlatalım: Ridaniye Savaşı, Osmanlı Devleti ile Memluk Devleti arasında gerçekleşmiş olan en büyük ve en önemli "Baharat Yolu" Savaşı'dır. Yani bir nevi Karabiber Savaşı da diyebiliriz.1517'de Yavuz Sultan Selim komutasındaki bu savaşı, Osmanlı Devleti kazanmıştır.)


Karabiberin, Türkler için açtığımız parantezini kapandıktan sonra, gelelim karabiberin özelliklerine. "Oh! Nihayet" dediğinizin farkındayım, ama tarih bu efendim. Karadelik gibi içine girince kayboluyorsunuz ya da büyük bir şato gibi, her kapısı başka bir kapıya açılıyor.


Evet Karabiberin özellikleri ne-ler-dir? Bakalım...


Karabiber o kadar önemli ki Hipokrat’ın ilk ilacının bal, sirke, karabiber karışımı olduğu uzmanlarca düşünülüyor. Sağlığa pek çok faydası bulunan karabiber, vitamin ve mineral bakımından çok zengindir. A, B, E, ve K vitamini, ek olarak kalsiyum, demir, magnezyum, fosfor, potasyum, sodyum, çinko, manganez ve selenyum da içerir.


--Karabiber baharat olarak başta et ürünleri olmak üzere pek çok yemek ve çorbanın vazgeçilmez bir baharatıdır.

--İştah artırıcı, hazımsızlığı gidericidir. 

--Vücut ısısını doğal olarak artıran bir yağa sahiptir. 

--Ayrıca hem kanın pıhtılaşmasını sağlar hem de doğal bir antibakteriyel olduğu için minik kazalar, yaralanma ve kesiklerde etkili olur. 

--Karabiber gösterdiği antioksidan özellik sayesinde çok güçlü bir cilt temizleyicisi olarak kullanılabilir. 

--Bunun dışında özellikle koyu renkli çamaşırların fazla yıkanmaktan solmasını engellemek için kullanıldığı ve gözle görülür bir farkın olduğu da kayıtlara geçmiştir.


Tabi "azı karar, çoğu zarar" felsefesi ile her şeyde olduğu gibi karabiberin tüketiminde de aşırıya kaçıldığında sağlık açısından yan etkileri olabilir. Yan etkileri de şu şekildedir:


--Aşırı tüketimine bağlı olarak mide yanması  gibi problemlere neden olabilir.

--Karabiberin yakıcı özelliğinden dolayı, direk cilde uygulanırsa tahrişe sebep olabilir.

--Gastrit hastalığı ile mücadele eden hastalar karabiber tüketimini azaltmalıdır.

--Nadir de olsa, aşırı tüketildiğinde ciltte tahrişe ve kızarıklıklara neden olabilmektedir.

--Yaz aylarında karabiber tüketimi, terlemeyi arttırır.

--Cildi kurutur. Kuru bir cilde sahipseniz, tüketirken dikkatli olmalısınız.

--Damar sertliği, yüksek tansiyon, egzama, üremi, bağırsak iltihabı ve romatizmadan şikayet edenler, mümkün olduğu kadar az tüketmelidir.


Vermiş olduğumuz bu uyarılara " Önce sağlık " sloganı ile birlikde dikkatinize çekmek isteriz. 

Evet... karabiber severler " Severler " diyorum çünkü bu satırlara kadar gelmiş iseniz gerçekten ya karabiber seversiniz ya da başka bir sorununuz var :)) 


Efendim karabiberi ister tane olarak, ister toz halinde alalım, dikkat edeceğimiz en önemli nokta, tazeliğidir. Havayla temas eden karabiber hızla tazeliğini ve aromasını da kaydetmektedir. Bir de karabiber baharatlı acısını çoğunlukla hem dış meyveden hem de tohumdan elde edilen "Piperine" den alır. Karabiber üzerinde kalan dış meyve tabakası narenciye, odunsu ve çiçeksi notaları veren aromaya katılan terpenleri içerir. Uçucu aromalar sınıfında olduğu için karabiberin kullanım öncesi mutlaka hava ile teması kesilmiş ve güneş ışığı görmeyen bir yerde saklanması lâzımdır. Bu durum baharatın hem tazeliğini hem de aromasının uzun süre muhafaza edilmemesine olanak sağlar. 


Bir de gereksiz bir bilgi verelim mi? (-Hayııır.) deseniz de vereceğim, çünkü hem ilginç hem de bilimsel. Karabiberin içerdiği piperine isimli madde, burna kaçtığında, sinir uçlarını tahriş etmekte ve hapşırığı tetiklemektedir. İnsan bedeninin karabibere verdiği bu tepkinin ardında, piperiniyi vücuttan atma çabası vardır. Burna kaçan bu maddeyi atmak için vücudumuzun verebildiği tek cevap ise: "Hapşırmaktır" :))


Bukadar uzun bir yazıda "Sürçü lisan ettiysek affola", kalınız sağlıcakla...


TESEKKÜRLER Sn.Sinan ACARTÜRK 

Derleyen: Sinan Acartürk

Kaynak: vikipedi, gastromanya, etimolojiturkce, dunyacom, hayfanecom, tamamlayicisaglik, milliyetcom, medikalakademi, plantcultures, acikradyo, 

Görsel: Karabiber tohumları gastromanya

AYHAN USTA NOTU:

EVDE TAZE ÇEKEREK LEZZET ARTTIRABİLİRSİNİZ..




14.5.23

EKMEK






ÜLKEMİZDE EKMEKLER COK ISRAF EDILİYOR. 




BAŞLICA GIDA TUKETIMIMIZ EKMEK:

ÜLKE OLARAK EKMEGI GENELDE İHTİYAÇ DIŞINDA ALMAMIZ ADETTENDİR,3 ADET DKMEK ALACAĞIMIZ ZAMAN GÜZEL GORUNEN EKMEK CESITLERINI ALMAK ADETTE VARDIR.

ANCAK MESELEMİZ GIDA KATKILARIDIR. BU ARADA ZINCIR MARKETLERİN BİRİNDEN ALDIGIM EKMEK AMBALAJINDAKİ KATKILARIN ÇOK OLMASI BENİ  TEDİRGİN ETTI VE BİRAZ ARAŞTIRINCA KARŞIMA FARKLI HABER VE MESLEKİ USTALARIN GORUSLERİDE DIKKATIMDEN KAÇMADI. ALDIGIM EKMEĞIN POSET ÜZERİNDEKİ KATKILARI VE CEKTIGIM FOTOGRAFIDA SİZİNLE PAYLAŞACAĞIM. İLGİLİ RESİM AŞAĞIDADIR. 



Kalsiyum propiyonat ne işe yarar?

Kalsiyum Propiyonat (E 282), unlu mamüllerinde küf önleyici ve koruyucu olarak yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Ayrıca çikolatalı ürünlerde, işlenmiş peynirlerde ve meyvelerde koruyucu olarak Kalsiyum Propiyonat (E282) kullanılır.



 


 

 

BESİNLER İLE İLGİLİ BİLGİLER



Son zamanlarda popüler konu haline gelen GDO’lu ekmek meselesi ekmekte kullanılan katkı maddelerinden kaynaklanmaktadır. Ancak bana göre GDO’lu ekmekten ziyade ekmekteki katkı maddelerinin miktarı ve cinsi çok daha ürkütücü olabilmektedir. Bu yazımızda ekmekte kullanılan katkı maddeleri ve zararlarına yer verdik. GDO’ lu gıdalar hakkında daha fazla bilgi edinmek için GDO’LU GIDALAR linkine tıklayınız.


Ekmek katkı maddeleri, bayatlamayı geciktirmek, kusurları düzeltmek, hacim artışını sağlamak, unun su bağlama kapasitesini artırmak, daha beyaz görünümlü ekmek elde etmek gibi amcalarla kullanılabilmektedir.


Bu katkı maddelerinin neler olduğuna, ne amaçla kullanıldığına, zararlarına gelin birlikte göz atalım.

Lesitin/Soya Lesitini: Ekmekte ve diğer unlu mamullerde farklı kıvamdaki fazları (sıvı ve katı yani un ve su gibi) bir arada tutmak amaçlı kullanılmaktadır. Hacim arttırıcı, bayatlamayı önleyici olarak da yararlanılan lesitin genellikle soyadan elde edilir. Ancak soyadan elde edilmeyen lesitin; insan kılından, tavuk tüyünden, inek boynuzundan elde edilebilir. Soyadan elde edilen lesitin GDO’ lu soyadan elde edildiğinde risk doğurmaktadır.


Kalsiyum Fosfat : Ekmeği zenginleştirmek için kullanılan bir katkı maddesidir. Unlardaki topaklanmayı engeller. Yüksek miktarda tüketiminin etkileri bilinmemekle birlikte kalsiyumu kolayca bağladığı için kalsiyum yetersizliğine neden olabilir.



Guar Gam: Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’te yetişen guar bitkisinden elde edilen bir maddedir. İçine katılan kıvamının koyulaşmasına yardımcı olur. Guar Gam gıda sektöründe pek çok alanda kullanılmaktadır. Fırıncılık ürünlerinde yoğurmayı iyileştirmesi ve su tutma özelliğiyle raf ömrünü uzatılmasını sağlar. Ekmek yapımında hamura ilave edilerek hamurun verimini arttırır, dokusunu geliştirir ve raf ömrünü uzatır. Guar gam hacminin 10 ila 20 katı oranla su alarak şişer, dolayısıyla sindirimi bloke eder. Bazı ilaçlarla kullanıldığında zihin bulanıklığına, mide bulantısı ve kusmaya yol açan guar gam felç yapabilir. Ayrıca karında şişkinlik, nefes problemleri, gırtlak ve göğüste tıkanıklığa yol açabilir.


Kalsiyum karbonat: Kaya minerali veya kemikten elde edilir; diş macunu, beyaz boya, temizleme tozları, bisküvi, ekmek, kek, dondurma, dondurulmuş konservede kullanılır. Yüksek dozlarda safra, böbrek taşı, kabızlığa sebep olabilir.


Mono ve digliseridler ve modifiye edilmiş formları: Pürüzsüz yapı elde etmek için kullanılır. Mono ve diasilgliseroller, su ve yağ gibi, normalde birbiriyle karışmayan bileşenlerin karışmasını sağlamak için yaygın olarak kullanılan katkı maddeleridir.

hayvansal (inek veya domuz) veya bitkisel (başlıca soya fasulyesi ve kanola yağı) olabilir. Sentetik olarak da üretilebilir. Elde edildiği kaynak domuz ise helal tüketime karşı hassas olan grupların tüketmesi sorun olur. Soyadan elde edilmesi durumunda ise GDO’ lu olma riski vardır.



Gliserol (gliserin): Kıvam artırıcı, tatlandırıcı ve nem tutucu olarak kullanılır. Büyük miktarlar baş ağrısı, susuzluk, bulantı ve yüksek kan şekerine sebep olabilir.



Sistein: L-Sistein, bir hamur geliştirici, un işlem maddesi, özellikle fırınlarda bir işlem yardımcısı olarak kullanılır. Hamuru yumuşatmak ve böylece daha esnek ve genişletilebilir hamur geliştirmeye, işleme süresini azaltmaya yardımcı olur. Molekül Formulü, C3H7NO2S olan beyaz Kristal ve toz görünümlü bir maddedir. Yüksek protein içeren gıdalarda bulunur. Hayvansal ve bitki kökenli gıdalarda olabilir. Sistein keratince zengin, tavuk veya ördek tüyü, domuz kılları, hayvan toynakları veya pençeleri ve insan saçı gibi kaynaklar kullanılarak üretilen hammaddedir. Aynı zamanda bitkisel veya kimyasal kaynaklar da son yıllarda kullanılmaya başlamıştır.


Azodikarbonamid: Ekmek ve hamburger ekmeklerini yumuşatmak amaçlı kullanılırlar. Ancak solunum hastalıkları, alerjik astıma sebebiyet veririler. Bazı ülkelerde kullanımının cezası hapistir.


Benzoil Peroksit: Buğday ürünlerinin rengini açmak için kullanılır. Zararının olduğuna yönelik bir çalışma yoktur. Bu durum kesin zararı olmamasını da kanıtlamaz. Ancak İngiltere ve bazı ülkelerde kullanımı yasaktır.


Natamisin : Küflenmeyi önlemek için kullanılan bir katkı maddesidir. Dolayısıyla raf ömürlerini uzatır. Tüketici güvenliği açısından yapılan çalışmalar sonucunda izin verilen günlük kullanım miktarı 0,3mg/kg dır. Oysa kullanım yerleri o kadar çok ki, süt ürünleri, et ürünleri, tavuk ürünleri, içecekler, sıvı yağlar, yoğurtlar, konserveler, ambalaj malzemeleri, içecekler, vs. Günlük 300-400 mg natamisinin ağız yoluyla verilen deneklerde mide bulantısı, kusma, ishal, egzama, deri döküntüsü gözlenmiştir.


Sağlıksız-Katkılı Ekmek Üretip: Çok Yiyen Toplum!

Tüketiciler Birliği, Konya Şube Başkanı Mustafa Dinç, sağlıksız üretilen ekmeğin içine, domuz katkısı yapılmasının, rahatsız edici olduğunu söylüyor. Dinç:

"Bu yüzden Tüketiciler Birliği yönetimi olarak biz, piyasada satılan ekmekleri almıyor ve yemiyoruz" dedi. Ekmeğe katılan katkı maddelerini değerlendiren Dinç:

"Konyalı tüketicisinin sağlığı, bazı kimselerin siyasi emellerine, kaprislerine ve fırıncıların tamahkarlıklarına alet edilmiştir. Gelinen bu noktada; ekmeği, artık gramıyla ya da fiyatıyla konuşmanın bir önemi kalmamıştır. Üreticisi 5 kuruş fazla kazanmak, siyasetçisi ise, ucuz ekmek diyebilmek için Konyalıya, domuz katkılı ekmek yedirmektedirler" dedi.

"EKMEKTE DE İSRAFÇI BİR TOPLUM OLDUK"

Dinç, ekmeğin un, su, tuz ve mayadan elde edilmesi gereken bir temel besin maddesi olduğunu belirterek; bundan 15-20 yıl önce 500 gram olarak satılan ekmeğin, 150 grama kadar düşürüldüğünü söyledi. Dinç:

"Ekmek de kapitalistleşmenin, liberalleşmenin ve sömürge düzeninin kurbanı oldu. Batı endüstrisinin dayattığı insan sağlığına aykırı modellerinsan ruhu gibi ekmeği de bozdu. İslam İnancı'nda ve geleneklerimizde ekmek, ayrı bir öneme sahipti. Son 20 yıla kadar yolda bir ekmek kırıntısı gören kişi, Peygamberi bir gelenekle onu alır, temizler, yenilebilecek durumda ise yer, ya da kuşlara ikram ederdi. Ama şimdi çöplüklerimizden, tonlarla ekmek toplar hale geldik. İsraf haramdır anlayışından, israfçı bir topluma dönüştük."

"SAĞLIKSIZ EKMEK ÜRETİP: EN ÇOK EKMEK YİYEN TOPLUM"

Dinç, Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, en çok ekmek tüketen Türk halkının, diğer taraftan dünyanın en sağlıksız ve kalitesiz ekmeğini tükettiğine işaret etti. Dinç:

"Gördük ki ekmek, ekmek olmaktan çıkmıştır. Ekmek, katkı maddeleri kullanılarak; insan sağlığını tehdit eden bir zehir topuna dönüşmüştür. Ekmeği sadece fiyatıyla gündeme getirenler, seçim kaygısı, pazarlama kaygısı gibi ahlaki olmayan kaygılarla, insan ve toplum sağlığının önüne geçmiştir. Dindar olduğunu iddia edenlerin bile aldırış etmediği bir aymazlıkla karşı karşıyayız" dedi. Dinç:

"EKMEKTE DOMUZ KATKISI VAR"

"Çünkü bizim, içinde domuz ya da benzer sakıncalı hayvanlardan elde edildiği bilinen, E472e olarak kodlanan; Mono ve Digliserid Diasetil Tartarik Asit Esterleri'nin bulunduğu bir ekmeği yememiz mümkün değildir. Bu madde ile ilgili tüm üreticiler, kendi ürünlerinin domuzdan mamul katkı maddesini kullanmadıklarını söylemekte, ancak belge sunmakta zorlanmaktadırlar. Ekmek Tebliği'ne göre ekmeğin üzerinde etiket olmalı ve ekmek poşetle satılmalıdır. Ekmeğe konulan, domuz vb. ürünlerden elde edilen katkıların da, etiketine yazılması, etiket tebliğine göre zorunludur. Ancak bütün bunların hiçbiri yapılmamaktadır. Tarım İl Müdürlüğü, yasal denetim görevlerini yapmayarak suç işlemektedir. Yetkililer hakkında, derhal suç duyurusunda bulunacağız" dedi.

Harvardlı beslenme uzmanı Amy Shah, "beyni ele geçirip insanları aslında daha çok acıktıran" ürünleri anlattı.


16.06.2023 yapılan güncelleme:

İNDEPENTDENT TÜRKÇE ALINTI

Harvardlı beslenme uzmanı "beyni ele geçirip daha da acıktıran" 4 toksik ürünü paylaştı

Shah, CNBC'de yayımlanan yazısında satın alınan yiyeceklerin içinde gizlenen çok sayıda toksik katkı maddesi olduğunu vurguladı:


Bu, yemeklerin aslında sizi daha da acıktırmak ve duygusal yeme alışkanlıklarınızı kötüleştirmek için beyninizi ele geçirecek şekilde değiştirildiği anlamına geliyor.


İnsanlara paketlerin üzerindeki bilgileri okumaları gerektiğini her zaman hatırlattığını söyleyen beslenme uzmanı, şunlara dikkat edilmesi gerektiğini açıkladı:


Monosodyum glutamat (MSG)


Shah, MSG'nin aromalı pek çok gıdaya eklendiğini ifade etti. MSG, pankreasın daha fazla insülin salgılamasına yol açıyor. Bu durum, insanların daha aç hissetmesine sebebiyet veriyor.


MSG'nin diyabet ve obeziteyle ilişkili olduğunu söyleyen Harvardlı uzman, bu içeriğin eksitotoksin olarak kabul edildiğini belirtti. Eksitotoksinler beyin hücrelerinin aşırı uyarılmasına ve hücre ömlümüne neden olabiliyor.


Rafine un


Beyaz un da denen rafine unda ürünlerin raf ömrünün daha uzun olmasını sağlayan değişiklikler yapılıyor. Rafine unlarda kepek ve buğday ruşeymi çıkarılıyor. Böylece buradaki vitamin, mineral ve diyet lifi kayboluyor.


Bu un türü insülin seviyesinin artıp düşmesine sebep oluyor. Böylece insanlar daha çok çabuk acıkıyor. 


Rafine şeker


Shah, rafine şekerin vücuda rafine una benzer bir etkisi olduğunu söyledi. Rafine şeker, kan şekerinin hızla yükselip düşmesine yol açıyor. Böylece insanda yemek yeme isteği uyanıyor.


Beslenme uzmanı bu şekeri tüketmeyi bırakmanın zor olabileceğini vurguladı:


Şeker sizi kısa süreliğine kafanız güzelmiş gibi (uyuşturucu almış gibi) hissettirebiliyor. Dopamin salımı nedeniyle vücudunuzda enerji kıvılcımı yaratıyor.

Yazı.internetten alıntıdır...




17.12.22

Küflenmiş ekmek zararları

 


KÜFLÜ EKMEK ZARARLARI 

TELEFON:+

90 544 619 03 93

PAYAS-İSKENDERUN/HATAY





Küflü ekmek tüketildiğinde ortaya çıkan yan etkiler: Kusma, karın ağrısı ve çeşitli bölgelerde ödem meydana gelmesi. Durumu ciddiye almalısınız çünkü sadece bağışıklık sistemini çökertmekle kalmıyor kalp ve böbreklerde yağlanma gibi ciddi hastalıklara neden olabiliyoekmek yedim zehirler mi?



Küflenmiş ekmek çok yoğun oranlarda kanserojen madde taşıdığından , kesinlikle tüketilmemelidir. Nedeni ise milyonlarca mantar ve benzeri canlı tarafından istila edilmiş bir beslenme alanını tüketmiş oluruz. Küflerin pek çoğu mikotoksin (küf zehiri) adı verilen zehirler üretirler.


Bir tarafı küflenmiş ekmek yenir mi?


Fakat ekmek üzerinde üreyen Rhizopus stolonifer ve benzeri küf türleri zehirli, hatta ölümcül olabiliyor. Özetle söylemek gerekirse, küflenmiş ekmeğin temiz kısmı diye bir şey yok. Ekmekte en ufak bir küf oluşumu gördüğünüz anda o ekmeği hiç düşünmeden doğruca çöpe atmanız en doğrusu.



Ekmek küfleri zygomycetes sınıfında bulunan bir çeşit mantar grubudur. mantarlar da ürerken misellerini bulundukları gıdanın her tarafına yayarlar. özetle görünen küfü uzaklaştırsanız bile göremediğiniz pek çok küfe ait dokuyu gıdayla birlikte alırsınız. bu yüzden yapılması sağlık açısından pek de önerilmeyen hadise.




***Ekmek üzerinde oluşan minik yeşilimsi, gri renkli benekler kimileri için önemsizdir ve o bölgeyi koparıp ekmeği yemeye devam edebilirler. Siz de onlardan biriyseniz bu yazıyı muhakkak okumalısınız!

***Küflenmiş ekmeği ziyan etmemek için yiyorsunuz ancak sağlığınız için çok büyük bir hata yapıyorsunuz. Ekmeğin ucunun ya da bir köşesinin küflenmesi demek aslında o küf öbeklerinin ekmeğin her bir tarafına yayılması demek. Yani ekmeğin ucunu koparıp atınca küflenmiş kısımdan kurtulmuyorsunuz, o sadece buz dağının görünen kısmı...


***Yapılan araştırma sonucu sadece küflü bölgenin değil ekmeğin bütününde çok daha derinlere yayılmış kökler bulunduğu ortaya kondu. Görülen yeşil renkli küf aslında ekmeğin derinlerinde bulunan şapkalı mantara benzeyen bir forma sahip. Bu kadar detaylı görmek için mikroskopla incelemek lazım.




Ekmeği ağzı kapalı torbalarda saklamak da küf mantarlarının üreme ortamını hızlandırıyor. Bu ortamı sera gibi düşünebilirsiniz. Dilimlenmiş ekmeğin bir parçası küflenince aslında poşet içindeki tüm ekmekler bu durumdan etkileniyorlar. Ekmek üzerinde üreyen rhizopus stolonifer ve benzeri türler zehirleyebilir, hatta ölüme kadar sürükleyebilir!

Küflenmiş ekmek yiyerek sağlığınızı tehlikeye atmayın. Söylediğimiz gibi küflenmiş ekmeğin temiz kısmı diye bir şey yok. Yani bu durumda ekmeğiniz küflendiyse hiç düşünmeden çöpe atmalısınız!

Küflenmiş ekmek yediğinizde olabilecek ihtimaller; etkisini yavaş yavaş göstermeye başlayan aflatoksin maddesi zamanla vücudun bağışıklık sistemini çökertir ve iç organları tahribata uğratır. Hatta kimi söylentilere göre de kanser hücrelerini besler.

Küflü ekmek tüketildiğinde ortaya çıkan yan etkiler: Kusma, karın ağrısı ve çeşitli bölgelerde ödem meydana gelmesi. Durumu ciddiye almalısınız çünkü sadece bağışıklık sistemini çökertmekle kalmıyor kalp ve böbreklerde yağlanma gibi ciddi hastalıklara neden olabiliyor.

Şimdi aklınızda şöyle bir soru oluşmuş olabilir; "Daha önce küflü ekmek yedim ve hiçbir yan etkisini görmedim" bunun açıklaması şöyle: Küflü ekmek yediniz ve zehirlenme yaşamadıysanız vücudunuzda zehir biriktiriyor olma ihtimaliniz çok yüksek.

Kaynak.internet araştırma sonucu.

ayhanmansuroglu.blogspot.com

KÜF MANTARI MİKROSKOP GÖRÜNTÜSÜ 




3.7.22

MAGNESOL XL KİMYASALI

05.01.2009 TARİHLİ YAZIM MAGNESOL XL,MAGNESOL XL,MAGNESOL XL ======================================= AŞÇILAR'A BİLGİLENDİRME ________________________ Sevgili Meslektaşlarım,Bugun çok önemli bir konuyu sizinle paylaşmak istiyorum,bugun tüm gazeteleri gözden geçirdim sadece HÜRRİYET gazetesinin yazmış oldugu bu önemli haberi özetleyerek sizi bilgilendirmek istedim. ============================================= Kanserojen etkiyi kimse takmıyor, yanmış yağ sarartılıp kullanılıyor
HIZLI yemek (fast food) zincirlerine "kızartmalık yağlarınızı dökmeyin" sloganıyla pazarlanan Magnesol XL, yanmış yağı anında sapsarıya dönüştürüyor ve yanık kokusunu yok ediyor. Kullanıldığı analizle belirlenebilen bu kimyasal, en fazla 3 günde bir değiştirilmesi gerekenyağın, en az 9 günde bir değiştirilmesini sağlıyor. Bu da, insan sağlığı için önemli ölçüdetehdit oluşturuyor. CENEVİZ Gıda adlı kuruluşun Mayıs 2008 tarihli Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nın izniyleAmerika’dan ithal ettiği Magnesol XL adlı kimyasal, 6 aydan bu yana Türkiye’deki hızlıyemek zincirlerine alenen pazarlanıyor. "Kızartmalık yağlarınızı dökmeyin! Artık MagnesolXL var" sloganıyla pazarlanan bu kimyasal, kapkara da olsa yanmış yağlara katıldığıanda, rengi sapsarıya dönüştürüyor. Ayrıca, yanık yağ kokusunu yok etmeyi başarıyor.En fazla 3 günde bir değiştirilmesi gereken yağ, bu yöntemle 9 gün kullanılabiliyor. Ancak, işlemin aynı yağ üzerinde defalarca uygulanması, sürenin 20 günlere ulaşmasınısağlıyor. Biyodizelde kullanılıyor Arkadaşımız Mehtap Özcan’ın yaptığı araştırmaya göre, Magnezyum Silikat adlı bu kimyasal, dünyada biodizel üretimi başta olmak üzere, kozmetik, boya, kağıt, plastik,lastik, kauçuk gibi ürünlerin üretim aşamasında dolgu ve kaplama malzemesi olarak kullanılıyor. Buna rağmen Türkiye’de Magnesol XL’in pazarlanmasında hedef olarak, hızlıyemek zincirleri alınıyor. Magnesol XL’in ithalatını gerçekleştiren Yılmaz Gıda’nın sahibi Yalçın Sunar, MegnesolXL’nin sadece gıda sektöründe bitkisel yağların uzun ömürlü kullanımını sağladığınısöyleyerek, bunun atık yağlarla hiç bir ilgisi yok. Günlük kullanılan yağların hergün temzilenmesini sağlıyor. Ancak herkes eşit oranda kullanmayabiliyor" dedi. Magnesol XL’in yağların bir program dahilinde filtrasyonunu sağlamaya yönelik bir ürün olduğunu da savunan Sunar, "Belirlenen programa uyulması konusunda müşterilerimizi sürekliuyarıyoruz" diye konuştu. Kanserojen etki var Gıda Mühendisliği Profesörü Muammer Kayahan, kızartma yağlarında Magnezyum Silikat kullanılıp, kullanılmadığının ancak analizler sırasında belirlenebildiğine dikkat çekerek, "Bukimyasallarla rengi açılan yağlar tüketicinin midesinde rahatsızlığa neden olur. Gençlerin ve çocukların tüketim yerlerinde kontrol yapılması gerekiyor. Kızartma yapılırken,kızartmanın yaratacağı kötü sonuçların gölgelenmesini sağlayan bu maddelerin kullanımıyasaklanmalıdır" dedi. İnsan sağlığını tehdit ediyor SAĞLIK Bakanlığı Kanser Savaş Daire Başkanı Prof. Dr. Murat Tuncer, günümüzde 140bin kanser hastasının bulunduğunu hatırlatarak, "Bitkisel yağların kızartmada en fazla 1 kez kullanılması gerekiyor. Bir kere kullanıldığında dahi kanserojen etkiler yanmış yağlarda ortaya çıkıyor. Magnezyum Silikat gibi bir maddenin kızartma yağlardakullanılıyor olması, insan sağlığı açısından son derece tehlike oluşturuyor. Bunun araştırılması ve önlenmesi gerekiyor" diye konuştu. Hürriyet Erkan ÇELEBİ ============================================ Sevgili Meslektaşlarım ben yaklaşık 6-7 Ay önce Çalıştıgım işyerine gelen pazarlama ve tanıtım elemanlarına bizzat şahit oldum ama sadece deneylerin yapıldıgı ile kalındı yani çalıştıgımız şirket böyle bir oyuna ve kimyasallara aldanmadı ve dediyim gibi sadece deney yapıldı ve öğle kaldı rağbet etmedik,ama küçük müessesede çalışan arkadaşlarımızada bu konuda hassasiyet göstermeniz dileklerimle, Saygılarımla, A.M.O. 05.01.2009