30.6.23

HATAY DEPREMİ





Sevgili sayfam takipçileri;


HATAY Depremi birçok zarar ve kayıplardan 

Ayrı yaşam duzenimizide etkiledi. 

06.02.2023   04.17



Memleketimizin Değerli Doğal Taş mozaik sanatçısı sn. MENEL HÜZMELİ 'nin yaşadığı deprem kayıplarından söze başladım. 

İnşallah tüm halkımız bu kötü yaşam şartlarından bir an evvel kurtulacaktır. 


Ancak sanatçımız bu güzel yükselişi deprem sonuçlarıyla hüzünle hayaller sabun köpüğü misali yok oldu.


Güzel bir başlangıç ile bir ayağı HATAY ve diğer ayağı BALAT/İSTANBUL da yaşam çizgisi ustalığı ile bir çok öğrenci yetiştirme düşüncesi ile atılım yaparak güzel icraatları ile değerler yetiştirdi. 

Deprem bazı eserler yani çok önemli eserler

Yitirildi, nadiren kurtarilanda oldu.


Ben bu yazımda sanatçımızın inişli çıkışlı Yaşamının sanssızlığına üzüldüm. 


Umarım en kısa sürede güzel yaşama devam ederek başarılarına yeni zincirler katmasıdır.


 

Afrodit  Yunan mitolojisinde aşk tanrıçası. Beden ve ruh aşkını birbirinden ayıran Antik Yunanlar, Afrodit adında iki tanrıçaya sahiplerdi: Afroditlerin biri, "beden aşkı" tanrıçası, diğeri ise "ruh aşkı" idi.

Öğrencimin emeğidir 🌹












Dünyanın doğaltaş sektöründe en önemli buluşmalarından olan MARBLE İZMİR – Uluslararası Doğaltaş ve Teknolojileri Fuarında bana destek olmak adına  tanıtım afişi hazırlayan STONE & LIFE firmasına desteklerinden dolayı çok teşekkür ederim 🙏

RESİMLER MENELART Menel Hüzmeli sayfasından alınmıştır..


Basın Haberleri;

GUİNNESS REKORLAR KİTABINI HEDEFLİYORDU

Çocukluğundan bu yana mozaik sanatıyla ilgilendiğini belirten sanatçı Menel Hüzmeli, “Cennetin Hediyesi” ismini verdiği eserinin 1 ton ağırlığında ve 1 metre 65 santim boyutunda üç boyutlu bir çalışma olduğunu söyledi. Antakya Belediyesi Cumhuriyet Kültür Merkezi’ndeki sergide büyük beğeni toplayan eseri için sanatçı deprem öncesi Guinness rekorlar kitabına başvurmayı hedefliyordu. Devasa zeytin ağacı tasfiriyle Hatay’ın barış atmosferini yansıtan eser, bolluk, bereket ve cennet meyvesini simgeliyor.Cumhuriyet

BARIŞI VE KARDEŞLİĞİ ANLATMAK İÇİN”

Sanatçı Menel Hüzmeli, Hatay’ın çok özel bir kent olduğunu belirterek, “birçok din ve mezhebin arasında kardeşçe yaşanan Hatay’da, bu eserimi yaparken kardeşlik kentini anlatmak için barışın simgesi zeytin ağacını seçtim.” diye konuştu. Hüzmeli, eserlerin tasarımında gerçek zeytin çekirdekleri de kullandığını ifade ederek, 1 metre 45 santim enindeki mozaiğin en özel çalışmalarından biri olduğunu vurguladı. Geçtiğimiz hafta Beyoğlu sanat galerisinde depremzede sanatçıların bir araya getirildiği, İstanbul Beyoğlu Belediyesini tarafından tertiplenen ve Esmer Erdem’in küratörlüğünü yaptığı, bir sergi açıldı. Mozaik sanatçısı Menel Hüzmeli de sergide depremden kurtarabildiği az sayıda eseriyle, sergiye renk kattı. Şimdi ise “Cennetin Hediyesi” adlı eseri için yetkililerin sesini duymasını ve eserin göçük altından kurtarılmasını istiyor. CUMHURİYET 













ZEYTİN VE TARİHÇESİ

 

ZEYTİN VE TARİHÇESİ 

Resim.Sn. Emir Barbur 








Resim. Mozaik sanatçımız 

Sayın.Menel Hüzmeli eseridir.




 

Oleacea familyası, Olea cinsinin bir türü olan zeytinin (Olea europaea L.) anavatanı, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni de içine alan Yukarı Mezopotamya ve Güney Ön Asya’dır . Zeytinin dünyaya yayılışı üç yoldan olmuştur. Birincisi Mısır üzerinden Tunus ve Fas, ikincisi Anadolu boyunca Ege adaları, Yunanistan, İtalya ve İspanya ve üçüncüsü ise İran üzerinden Pakistan ve Çin’dir. İlk kültüre alınışı ve ıslahı Sâmiler tarafından olmuştur. Arkeolojik çalışmalar, zeytin yetiştiriciliğinin M.Ö 4.000’li yıllara kadar dayandığını göstermektedirler. İlk Grek ve Roma yazıtlarında zeytinin barış ve birlikteliğin ebedi simgesi olduğuna değinilmiştir. Kuran, İncil ve Tevrat’taki sayısız bölümde zeytine yer verilmiştir. Tarihi gelişimi içinde birçok efsaneye kaynak olan zeytin, eski uygarlıkların yazıtları ve kutsal kitaplarda yer almıştır. Zeytin beyaz bir güvercinin Nuh’un gemisine tufan sonrası canlılık belirtisi olarak, ağzında zeytin dalı ile dönmesi nedeniyle, yüzyıllardır barışın simgesi kabul edilmektedir. Bölgede yürütülen bir araştırmada deniz seviyesinden bin metre yükseklikte zeytin ağacı bulunması, Cudi ve Gabar dağlarında bol miktarda yabani zeytin ağaçlarının olması, Nuh’un gemisinin Ağrı dağına değil Cudi dağına konduğu rivayetini güçlendirmektedir. M.Ö. Atina Anayasasında yer alan ve Aristotle tarafından kaleme alınan “Devlet malı veya özel mülkiyet farkı olmaksızın, zeytin ağacını kesen veya deviren herkes mahkemede yargılanacaktır eğer suçlu bulunurlarsa idam edilmek suretiyle cezalandırılacaklardır” sözü zeytin ağacının tarihteki yeri ve önemi anlatmaktadır. Nitekim zeytin tarımının yayılmasında büyük rol oynayan Romalıların, diyetlerinde zeytin yerine hayvansal yağları kullananları barbar olarak tanımlamaları, Hipokrat’ın zeytinyağının tedavi edici özelliğini kullanması bu önemi vurgulamaktadır. M.Ö. 4000’lerde kültür bitkisine dönüştürülen zeytinin yağının çıkarılması ve kullanımının yaygınlaşması ancak 1500-2000 yıl sonra gerçekleşmiştir. Tunç Çağı’nda ve daha sonrası dönemlerde Akdeniz’de zeytinciliğin yaygınlaştığını gösteren arkeolojik buluntular arasında yağ presleri, saklamada kullanılan kaplar, zeytin gösterimleri olan vazo ve duvar resimleri sayılabilir.

Zeytinyağının kilometre taşları
M.Ö. 6000 – Zeytin tarımının Suriye’de Samilerle başlaması
M.Ö. 3000 – Tarım bilgisi ve kültürü Akdeniz’de Doğu’dan Batı’ya doğru yayılmaya başlar. – Ortadoğulu tüccarlar Kıbrıs ve Girit’e zeytini götürdüler.
M.Ö. 2500 – Girit’te bulunan tarih öncesi toprak levhalarda zeytinyağı ve kullanımlarından söz edilir.
M.Ö. 2000 – Eski İsrailliler zeytinyağını rahipleri kutsamakta ve tapınaklardaki kandilleri yakmakta kullanırlar.
M.Ö 1780 – Hammurabi Kanunları zeytin ağacını bir yıl içinde iki ayaktan fazla budamanın ölüm cezasına çaptırılacağını söyler.
M.Ö. 1700 – Zeytin ağacı Mısır’a getirildi. Tutankamon zeytin dallarından taç giydi.
M.Ö. 1500 – Zeytinyağı Girit’in en önemli ticaret geliri olarak ortaya çıkar ve Mısır’da kozmetik amaçlarla kullanılır.
M.Ö. 1000 – Yunanistan’da zeytinyağının mutfaktaki kullanımları keşfedilmeye başlanır.
M.Ö. 900 – Kaldıraçlı presler kullanılmaya başlandı.
M.Ö. 776 – Kazananlara zeytindalı ve zeytinyağının ödül olarak verildiği ilk Olimpiyat Oyunları yer alır.                                        
M.Ö. 620 – Solon’un zeytin koruma kanununda bir zeytin ağacını kesen veya zarar verenin ölüm cezasına çarptırılacağı yazılır.
M.Ö. 600 – İtalya, İspanya, Fransa ve Kuzey Afrika zeytin ağacıyla tanıştı.
M.Ö. 200 – Arşimet vidası zeytinyağı preslerinde kullanılmaya başlandı.
M.Ö. 100 – Eski Yunan ve Roma edebiyatında zeytin ağaçlarından, zeytinden ve zeytinyağından söz edilir.
M.S. 100 – Romalılar birkaç değişik zeytinin sınıflandırmasını yaparlar.
M.S. 200 – Roma barışıyla Akdeniz’de zeytinyağı üretimi ve ticareti altın devrini yaşadı.
M.S. 325 – Konsantin zamanında 2300 yağ distribütörü kent sakinlerinin yemek, kozmetik masaj, vücut bakımı, lamba ve diğer şey için kullandığı zeytinyağını temin eder.
M.S. 1000 – Zeytinyağı az bulunmaya başlar ve bazen nakit yerine kullanılsa da en önemli kullanım alanı dinsel ayinlerdir.
M.S. 1300 – Zeytinyağı Akdeniz ülkelerinin temel yiyeceği haline geldi.
M.S. 1500 – 1600 – İspanyol kaşif ve misyonerler zeytinyağını Yeni Dünya’ya taşırlar.
M.S. 1524 – Meksika’da ilk zeytin ağaçları dikilir.
M.S. 1550 – Leonardo da Vinci zeytinyağı presi tasarladı.
M.S. 1700 – Fransisyan misyonerler 600 kilometrelik Kaliforniya sahillerine 1800’lerin başlarında zeytin dikerek 21 yerleşim bölgesinden 19’una zeytini götürürler.
M.S. 1717 – Vincenzo Mela adlı İtalyan prina yıkama yöntemiyle prina yağı elde etti.
M.S. 1820 – Zeytinyağı imalatında su gücüyle çalışan hidrolik presler kullanılmaya başlandı.
M.S. 1870 – Kaliforniya’da ilk ticari zeytin üretimi başlar.
M.S. 1887 – Van Gogh zeytinliklerle ilgili 16 tablo yaptı.
M.S. 1900 – İtalya Kralı I. Umberto İtalya’da zeytin ağacının kesilmesini yasaklar ki bu İtalya’nın bazı kesimlerinde hala yürürlüktedir.
M.S. 1920 – Amerika’ya gelen Avrupalı göçmenler Amerikan mutfağına zeytinyağını sokarlar.
M.S. 1927 – Kesintisiz sistemin öncüsü santrifüj teknolojisi zeytinyağı imalatında uygulandı.
M.S. 1980 – Sağlık ve yemek kitapları aracılığıyla zeytinyağı bilgi ve kültürü dünyaya yayılmaya devam eder
 


 
Türkiye Zeytin Tarihçesi  
Zeytincilik, Cumhuriyet sonrası ülkemizde tarımının en önemli faaliyet alanlarından biri olmuştur. Atatürk’ün 1929 yılında Yalova bölgesine yaptığı bir gezide zeytinciliğe gereken önemin verilmesine yönelik direktifleri ile ülkemizde zeytincilik seferberliği başlatılmış ve zeytincilik konusunda araştırmalar yapmak üzere, 1937 yılında Bornova Zeytincilik Araştırma Enstitüsü kurulmuştur. Diğer yandan zeytin, bahçesine bakmayan ve bakım yaptırmayan üreticilere ceza verilmesine neden olan bir kanuna (26/01/1939 tarih ve 3573 sayılı “Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun”) sahip tek bitki olmuştur. Ülkemizde zeytincilik, yurt dışında eğitim görmüş  uzmanlar tarafından yeni, bakımlı, sağlıklı ve verimli bahçeler tesis edilerek, uzun yıllar sonunda büyük bir hızla gelişmiştir. Zeytinciliğe verilen bu önem, 1950’li yıllardan itibaren gittikçe azalmakla birlikte, 1961-62 döneminde Türkiye ilk zeytinyağı ihracatını yapmıştır. 1970’li yıllarda verimin düşük ve maliyetin yüksek oluşu kârlılığı olumsuz etkilemiş, tamamen doğal olan zeytinyağının insan sağlığı yönünden ne kadar değerli olduğu anlatılarak teşvik edileceği yerde, rafinasyon ile elde edilen diğer bitkisel yağların üretim ve tüketimi teşvik edilmiştir. 1980’li yıllar ve sonrasında zeytinciliği koruma kanununa rağmen zeytinlikler sökülerek, kıyı turizmi uğruna feda edilerek başka tarımsal faaliyet alanları zeytinciliğin yerini almıştır. Oysa  aynı  yıllarda  geleneksel  zeytin  yetiştiriciliğinin ekonomik  olmadığını  farkına   varan  İtalya  ve İspanya modern zeytinciliğe yönelmişlerdir. Ülkemizde 2000’li yıllardan bu yana Cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi özellikle de sofralık zeytin ve zeytinyağı üretiminde nitelik ve nicelik olarak ciddi gelişmeler görülmektedir. Çünkü sofralık zeytin ve zeytinyağı teknolojisi gelişmekte, bölgeleriyle özdeşleşen ve markalaşan zeytin çeşitleri, zeytin ve zeytinyağı pazarının gelişmesine destek vermektedir. Butik zeytincilik, coğrafi işaretlemeler, tadım panelleri, lisanslı depoculuk çalışmaları vb. yeniliklerle birçok üretici ve firma yurtdışında fuar ve yarışmalarda dereceler almaktadırlar. Ülkemiz zeytincilik yapısı, geleneksel zeytincilikten çıkıp modern zeytinciliğe yönelmektedir. Türkiye,dünya sofralık zeytin ve zeytinyağı pazarında söz sahibi olabilmenin en önemli koşulu olan yüksek kaliteli üretimi hedeflediği için bazı sorunlar da yaşamaktadır. Ancak sektörde pazarın taleplerini dikkate alarak, daha fazla AR-GE ile ayakta kalabileceği bir duruma da gelinmiştir.



SANATKAR MOZAİK SANATÇISI

MENEL HÜZMELI HANIMIN YAZISINI EKLEMEMEK OLMAZDI.


Zeytinin mitolojik hikayesi, ölmez ağacın yaşam bulduğu hemen her coğrafyada mevcuttur. Mısır mitolojisine göre ise Tanrıça İsis; insanlığa zeytini yetiştirmek, hasat etmek ve yiyebilmek için ihtiyaç duydukları bilgiyi verdi. Mısırlılar için kutsal olan zeytinin, firavunların öbür dünyaya geçişlerinde yiyecekleri yemek olduğuna inanılırdı. Hiyerogliflerde de zeytin ağacı, dalı ve zeytin yer alır. Tutankhamun’un mezarında ise zeytin dallarından yapılmış süslemeler bulunmuştur.

Nuh Peygamber, tufanın yatışıp yatışmadığını öğrenmek için bir güvercin gönderir. Güvercin ağzında taze bir zeytin ağacı dalı ile geri döner. Bu tufanın yatıştığının ve güvercinin karaya ulaşabildiğinin göstergesidir. O günden itibaren de ağzında zeytin dalı taşıyan güvercin, barışın sembolü haline gelir. 

Antik Çağ’dan beri uzun ömür, sağlık, güç ve güzellik ile ilişkilendirilir. 
Hayatınızda sağlık ve güzellik eksik olmasın.

#zeytin #tasarım #italya #mozaik #mocaik #artmozaik #Handmade #naturalstones #dağaltaş #dekorasyon #sanat #istanbul



TARİHİ YEMEK KITABI

 











BİLİNEN EN ESKİ YEMEK KİTABI 🥘 

Hazırlayan: Bilhan Akkaya 

Mezopotamya'dan elde edilen bu kil tablet; tarihteki en eski yemek kitabı olarak kabul edilmektedir. 

Mezopotamya mutfağında deneyimli şefler tarafından yazılmış 25 eşsiz ve lezzetli tarif içermektedir. 

Bu tariflerde;  sebze, kuru üzüm, hurma ve mantarlı dana, kuzu, keçi, ve kümes hayvanları ile pişirilen 21 tarif bulunmaktadır. 

Ayrıca et sevmeyenler için; dört vejetaryen yemek tarifi de bulunmaktadır. 

Bu tarifler; MÖ 1750 yılına tarihlenmektedir , yani yaklaşık 3770 yıllık!


SÜMERLER’DE YEMEK 🥙 

Hazırlayan: Bilhan Akkaya 

Sümerler 35'ten fazla et suyu çeşidi bilir ve onunla yemek yapardı. En popüler yemeklerden biri; et suyu, soğan , nohut ve ekmek ile yapılandı.Kaynamış et suyunun içine ekmekler ufalanır. Ekmekten sağlam bir zemin elde edilir. Üzerine haşlanmış etler, soğanlar ve nohut eklenirdi. (İstenirse salçalı şekilde ve etler ince parçalara ayrılarak da yapılabiliyor bu yemek. Günümüzde.)



Hatay yöresinde Arapça ' fettuşi' denilen bir yemek bu yemeğe çok benzer. Genelde Kurban Bayramı zamanı kesilen kurbanların eti kullanılır. Etler haşlanıp suyu bayat ekmeklerin üzerine dökülür. Üzerine etler, kıyılmış kuru soğan ve baharatlar eklenir. Çok lezizdir.


Kil tabletler üzerine yazılmış bu tarifleri yazar Jane Potter bir kitapta topladı. Kitabın adı Dünyanın En Eski Mutfağı .

Bu yemekler başta Irak olmak üzere tüm Mezopotamya - Ortadoğu bölgesinde yapılıp yenilmektedir.

#ArkeoTarihDünya #Sumerian #Sümerler #yemek #eat #kültür #culture #Mezopotamya #Mesopotamia

Facebook DÜNYA UYGARLIKLARI sitesinden 

Alınmıştır..

Teşekkürler sn.BİLHAN AKKAYA 











Sn. AKKAYA  vesilesiyle,teşvikiyle tamamlamak istedim..

Tarihte ilk yemek kitabı ne zaman ve kim tarafından yazıldı? İşte Antik Yunan'dan matbaanın icadına uzanan süreçte yazılan ilk yemek kitapları.


Bugün herhangi bir kitabevine girdiğinizde istediğiniz türden yemek kitabı bulmanız mümkün.. Dünya mutfakları eğitimi almak istediğinizde ise başta internet ve sosyal medya olmak üzere sayısız seçeneğe sahip durumdayız. Peki tarihte ilk yemek kitabı ne zaman ve kim tarafından yazıldı? Hadi gelin yemek kitaplarının tarihsel gelişimine bir bakalım. Böylece bir dahaki kitabevi ziyaretinizde yemek kitapları bölümüne daha farklı bir gözle bakabilirsiniz..


Bilinen en eski yemek kitaplarından biri Yunan gastronom Athenaios'a aittir. Apicius ise antik tarihin bilinen en eski gastronomlarından biridir. Eski Çin zamanından kalma çorba tariflerini içeren yemek kitapları ile Ortaçağ Avrupasını yansıtan yemek kitapları da mevcuttur. Tarihsel süreçte matbanın icadı yemek kitabı sayısını da artımış ve yemeklerin tanınırlığına katkı sağlamıştır.

En eski ve en çok bilinen yemek kitabı : Deipnosophistai

En eski ve en çok bilinen yemek kitaplarından biri Yunan gastronom Athenaios'a ait olan ve İÖ 2. yüzyılda yazılmış Deipnosophistai (Gastronomlar)'dir.


Bu yapıt bir şölen sofrasında iki kişi arasında günlerce süren sohbetlerden oluşur ve yaprak sarması ile peynirli kek çeşitleri gibi yiyeceklerin tarifi verilir.


Athenaios bu yapıtında kendisinden önce yaşamış yirmi kadar gastronomun adını vermiştir. Bu bilgilerden de ilk gastronom olarak bilinen Athenaios'un, aslında ilk gastronom olmadığı anlaşılmaktadır.


Bu yapıtta Arkhestratos'un İ.Ö. 350'de yazdığı Keyifli Hayat adlı eseri özellikle vurgulan bir eserdir. Athenaios'un vurguladığı diğer bir isim ise Apicius olmuştur.


Antik tarihin bilinen en eski Gastronomu: Apicius

Apicius Antik tarihin bilinen en eski gastronomlarından birisidir ve kral Tiberius döneminde yaşamıştır. Onun De re coquinaria adlı yemek kitabı ise günümüze kadar ulaşmıştır.


Yeme ve İçme Konusunda Bilinmesi Gereken Önemli Şeyler

Eski Çin'in yemek kitapları da günümüze kadar gelmiştir. Bunlardan en çok bilinen yapıt Kubilay Han'ın (1215–94) başaşçısının yazdığı Yeme ve İçme Konusunda Bilinmesi Gereken Önemli Şeyler adlı yapıttır. Bu yapıt genel olarak çorba tarifleri ve günlük ev işlerine faydalı bilgiler içermektedir.

En eski İngilizce yemek kitabı : The Forme of Cury

Orta Çağ Avrupası'nda da yemek kitapları yazılmıştır. En eski İngilizce yemek kitabı tahmini 1390 yılında I. Richard'ın (Aslan Yürekli) sarayında görevli aşçılardan birisinin yazdığı The Forme of Cury adlı yapıttır.Bu kitaptaki 196 yemek tarifi vardır; tariflerin isimleri genellikle Fransız kökenlidir.


İlk Fransızca yemek kitabı : Le Ménagier de Paris

Fransızca'daki ilk yemek kitaplarından biri olan 1394 tarihli Le Ménagier de Paris ise kurbağa ve salyangoz gibi yemek tariflerine yer vermektedir.


Tarihte bilinen ilk basılı yemek kitabı

Bartolomeo ScappiTarihte bilinen ilk basılı yemek kitabını 1485 yılında İtalyan Bartolomeo Scappi tarafından yazıldı. Onun kitabında ise daha çok badem ezmesi ve tatlı tarifleri yer alıyordu. Orta sınıf insanlarının toplum içindeki yerinin zamanla önem kazanması bu insanların yemek pişirmeye olan ilgilerini de artırdı.


Yemek kitabı yazan ilk kadın: Hannah Wooley

Hannah Wooley The Queen-like Closet


Hannah Wooley The Queen-like Closet; or Rich Cabinet'la (1670) yemek kitabı yazan ilk kadın oldu.


Alexis Soye


Alexis Soyer (1809-58) gibi dönemin önemli aşçıları ise yazdıkları yemek kitaplarında Fransız mutfağının önemli niteliklerini halka açıklamış oldu. Soyer'in kitabı 100 binden fazla satış gerçekleştirdi.


The Boston Cooking-School Cook Book


Gastronomi tarihinin en bilinen kitaplarından biri olan The Boston Cooking-School Cook Book ise 1896 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde yayımlandı. Kitabın yayın yönetmenliğini ise Fannie Merritt Farmer yaptı.


Le guide culinaire


Fransız şef Auguste Escoffier'ın Le guide culinaire (1903) adlı eseri ise oldukça fazla rağbet gördü. Onun bu eserine olan ilgi günümüzde bile devam etmektedir.

Gıda Hattı..

29.6.23

SARI KANTARON ÇİÇEĞİ VE YAĞI


Hypericum perforatum

Sarı kantaron (Hypericum perforatum), Kılıç otu, Mayasıl otu ve Koyunkıran adlarıyla da bilinir. Sarı kantarongiller (Hypericaceae) familya’sındaki Hypericum cinsinin çiçekli bitki tip türüdür.






Sarı Kantaron Yağı

Sarı kantaron Latince adıyla Hypericum perforatum L., halk dilinde mayasıl otu veya binbirdelik otu olarak bilinir. Hyperaceae familyasından gelen sarı kantaron, ılıman ve sıcak iklimde yabani olarak yetişen bir bitkidir. Rengiyle göz alan bu ot, kurutularak ya da taze olarak işlenir ve 100’e yakın türü Türkiye’de yetişir. Soğuk coğrafyalarda tekrar tekrar oluşan ve bu sebeple çok yıllık otsu bitki olarak kategorize edilen sarı kantaron, yeşil gövdesi ve sarı çiçekleriyle 30-80 cm boylarındadır. Bu çiçekler yaz aylarında toplanır ve asırlardır tüm dünyada birçok farklı hastalığı tedavi etmek amacıyla kullanılır. Bugün de bu değerli bitki, fitoterapinin uzmanları tarafından bitkisel tedavilerde kullanılmaya devam ediyor.




Kantaron Yağı Nedir?

Sarı kantaron çiçeklerinin toplanıp belirli bir işlemden geçirilmesi ve zeytinyağı ile birleştirilmesi sonucu kantaron yağı elde edilir. Bu yağ özellikle yara izlerinin hızlı iyileştirilmesi için kullanılır. Biyoflavonoidler, organik asitler, antioksidanlardan zengin olan sarı kantaron yağı, hiperisin ve hiperforin içeriğiyle de dikkat çeker. Kırmızı kantaron yağı ise kırmızı renktedir. Hiperisin bu yağın kırmızı renginden sorumlu olan antrakinon türevidir.



Sarı Kantaron Yağı

Sarı kantaron çiçekleri, çiçeklenme dönemleri olan Mayıs-Eylül ayları arasında topraktan 5 cm yukarıda olacak şekilde, yani toprak üstünden toplanır. Avrupa Farmakopesi’nde “Hyperici herba” adı ile bilinen bitki üretim maserasyonuna sokulur. Maserasyon; Uygun bir çözücü içinde bitkinin bekletilmesi anlamına gelir. Sarı kantaronun maserasyonu için zeytinyağı tercih edilir. Ancak kullanılan zeytinyağının özellikle sızma zeytinyağı olması önemlidir.


Doğru zamanda toplanan bitkinin toprak üstü kısımları taze veya kurutulmuş olarak 2-3 cm uzunluklara parçalanır ve zeytinyağı içeren bir kavanoz içine konulur. Genellikle bu oranın 1/5 olması istenir. Bu karışım 4-6 hafta arasında belirli periyodlarda çalkalanarak güneş ışığına maruz bırakılır. Sarı kantaron çiçeklerinin zeytinyağı ile özdeşleşmesi beklenir. 4-6 haftalık süre sonunda karışım tülbentten geçirilir. Süzülen karışım kahverengi renkli bir şişeye konur ve bu şekilde saklanır.


Temelde aynı kantaron bitkisinden elde edilen bu yağların farkı kırmızı kantaron yağının taze bitkilerden, sarı kantaron yağının ise kurutulmuş bitkilerden elde edilmiş olmasıdır.


Kantaron Faydaları

Kantaron yağının son yıllarda özellikle yaraların iyileşmesinde etkili olduğu bilinir. Güneş yanıklarından, kesik yara izlerine kadar kantaronun içeriğindeki etken maddelerin iyileşme sağladığı söylenir. Bununla ilgili araştırmalar günden güne artarken kantaronun antiinflamatuar ve antibakteriyel özellikle gösterdiği kabul edilir. Kantaronun sindirim sistemini iyileştirmesi de kantaronun faydaları arasında sayılır. Kantaronun etken maddeleri depresyon ile mücadelede önemli rol oynar. Kadınların zorlu bir dönemi olan menopozda da kantaronun iyi bir dost olduğu bilinir.



Mikrop Önleyici Etki Gösterir

İçerisindeki hiperforinden kaynaklı kantaron yağı, antibakteriyel etki gösterir. Bu, bakterilerin yaşamasını durdurup, üremesini engellemesi anlamına gelir. Hiperisin antibakteriyel aktiviteye destek olur. Sarı kantaron yağı içeren bir merhemin yanıkların iyileşmesinde etkili olduğu anlaşılmıştır. İyileşme süresini kısaltırken antiseptik etki ederek mikropların üremesini ve yayılmasını engellemiştir. Yapılan bir çalışmada, Hypericum ekstraktlarının bakteri kaynaklı vajinal enfeksiyonlarda kullanımının güvenli olduğu sonucuna varılmıştır.


İltihap Giderici Kabul Edilebilir

2009 yılında yapılan bir çalışmada Hypericum perforatum bir antiinflamatuvar ajan olarak umut vaat ediyor. Sarı kantaron ekstraktlarıyla beslenen sıçanlarda, kolon iltihabıyla ilişkili enzimlerinin seviyelerinde azalma görüldü. Sarı kantaronun iki ana yağ özütü olan quercetin ve I3, II8-biapigenin, özellikle antiinflamatuvar ve mide koruyucu aktivite gösterdi. Sarı kantaron ekstraktları siklooksijenaz-2, interlökin 6 ve indüklenebilir nitrik oksit sentaz (iNOS) gibi proinflamatuvar (iltihap yapıcı) genlerin ekspresyonunun etkinliğini önleyerek antiinflamatuvar (iltihap giderici) etki göstermiştir.


Yara İyileşmesini Hızlandırır

Yara iyileştirmesi, kantaron yağını üne kavuşturan özelliğidir. Sarı kantaron, kolajen ve elastin sentezini canlandırması, iltihabi reaksiyonu önlemesi, bakteri ve küf dahil mikropların gelişimini engellemesi sayesinde yara iyileştirme özelliğine sahiptir. Sarı kantaron yağının yaraların iyileşmesini hızlandırdığı araştırmalarla ortaya konmuştur. Yapılan çalışmada, sarı kantaron ile yapılmış bir yanık kreminin kullanıldığı yanık tedavisinde şu bulgulara varılmıştır: Tedavide etkisi gözlemlenen kantaron yağının özellikle 1’inci derece yanıklarda çok etkili olduğu, yanığın 2 gün içerisinde iyileştiği rapor edilmiştir. 2’nci ve 3’üncü derece yanıkların ise alışılagelmiş yöntemlerle tedavi edilen yanıklara oranla en az 3 kez daha hızlı iyileştiği görülmüştür. Aynı zamanda bu merhemin keloid (dokunun kendisini aşırı tamir etmesi sonucu oluşan fibroz doku) oluşumunu engellediği bildirilmiştir.


Sarı kantaron merheminin sezaryen yaralarındaki etkisi üzerine yapılan bir klinik çalışmada, 10’un günde yara iyileşmesinde anlamlı farklar görülmüştür. Sezaryenle doğum yapan ve bu merhemi kullanan kadınlarda yaralarının iyileşmesinde gözle görülür fark olduğu ve yara izlerinde de küçülmeler olduğu rapor edilmiştir. Bu kadınların iyileşme sürecinde kaşıntı ve ağrı hissinin de azaldığı da gözlenmiştir.


Kantaron yağı farklı yara tedavilerinde kullanılır. Sıyrıklar bunlardan biridir. Yanık ve güneş yanıkları da yine kantaron yağı ile tedavi edilebilir.


Sindirimi Rahatlatır

Mide ülseri ve şişkinlik problemlerinde kullanımına sıklıkla rastlanan sarı kantaron yağı, akut konstipasyon (kabızlık) ve gaz krampları için de kullanılabilir. Sarı kantaron yağı midenin içerisinde bariyer oluşturarak mide asidinin etkilerini hafifletir ve hazmı kolaylaştırır.


Depresyon Tedavisinde Destekçi

Sarı kantaronun içeriğindeki hiperforin ve flavonoid maddelerinin antidepresan etki göstererek destek olduğu yapılan analizlerle gösterilmiştir. Hafif ve orta derecede depresyon tedavisinde sarı kantaron özütünün etkili olduğu klinik çalışmalarla saptanmıştır. Akut majör depresyon tedavisi gören ve günde 2 kez 450 mg standardize sarı kantaron ekstresi alan kişilerde, antidepresan etkisi görülmüştür. Sarı kantaronun antidepresan ilaçlar gibi etkili olduğu tespit edilmiştir.


Menopoz Şikayetlerini Azaltabilir

Kadınların zorlu dönemlerinden biri olan menopoz döneminde de sarı kantaronun etkilerinden faydalanılabilir. Premenopoz (menopoz öncesi) ve menopoz döneminde kadınlar gece terlemeleri, sıcak basmaları, uykuya dalmada zorluk ve az uyuma isteği, duygu durum değişikliklerinden rahatsızdır. Bu şikayetler menopoz öncesinde başlayarak kadınların en çok şikayet ettiği durumlardır. Yapılan bir klinik çalışmaya göre, sarı kantaron menopoz şikayetlerinin azaltılmasında destek olmuştur. Menopoz öncesinden itibaren başlayan bu şikayetlerin şiddetini azaltırken süresini kısaltmıştır. Ayrıca şikayetlerin görülme sıklığını da ciddi oranda azaltmıştır. Bu etki bitkinin beyinde serotonin seviyesini artırarak kişinin psikolojik durumunu iyileştirmesine bağlı olabileceği düşünülür.


Kantaron Yağının Cilde Faydaları

Özellikle yaz aylarında güneşe maruz kalınan süre ve miktar artar. Bu durum da cilt kuruluklarını beraberinde getirir. Bazı cilt tipi zaten her koşulda kurumaya müsaittir. Bu durumla başa çıkmak için zeytinyağlı kremlerin yanı sıra sarı kantaron yağından da destek alabilirsiniz. Özellikle çok sık rastlanan nasır ve topuk çatlakları için de sarı kantaron yağını deriye iyice yedirerek masaj yapıp sürmek yararlı olacaktır.


Kantaron yağının yüzde faydaları ve kantaronun yağının saça faydaları ile ilgili kanıtlanmış bir bilimsel çalışma yoktur.


Kantaron Yağı Nasıl Kullanılır?

Kantaron yağının yaralar üzerindeki kullanımı şöyledir: Ciltte meydana gelen yanık, yara, sıyrık, güneş yanıkları ve sezaryen yaralarına 8-10 damla kadar kantaron yağı sürün ve yağı masaj yaparak uygulayın.


Mide ve sindirim sistemi için ise kantaron yağının kullanım şekli şudur: Aç karnına sabah ve akşam olmak üzere günde 2 defa 1 tatlı kaşığı (10 ml) içilmesi önerilir. Bu sayede mide koruyucu etki gösterir ve mide ülserini tedavi etmeye destek olur.


Kantaron Yağının Yan Etkileri Var mı?

Öncelikle tüm bitkilerin kullanımı ile ilgili doğru bilgiye sahip olmak önemlidir. Kantaron yağının da nasıl saklandığı ve depolandığı bilinmelidir. Yağın ne kadar miktarda ve sürede kullanılacağı bilgisi net olmalıdır. Ayrıca hangi amaçla ile kullanılacağı da önemlidir. Şüpheli bir durum yoksa kantaron yağının ve hidrosolünün yıkıcı yan etkileri olduğu görülmemiştir. Ancak antidepresan tedavisi alan kişilerin bu bitkisel desteği almadan önce mutlaka doktora danışmaları gerekmektedir. Alerjik reaksiyonlara sebep olabileceği de unutulmamalıdır.


Her zaman yanlış doz toksik etki yaratır. Sarı kantaronun öngörülmemiş ve kontrolsüz dozajı çok fazla yan etkiye sahip olabilir.


Unutmayın ki bir bitkinin etkisi ile içerisindeki etken maddeye özgü özel çözücülerle ekstrakte edilmiş etken maddelerin etkisi aynı değildir. Sarı kantaron da olsa kullanmadan önce hekiminize ve eczacınıza mutlaka danışın.


Kantaron Yağı Kimler İçin Sakıncalıdır?

Kalp damar hastalığı olanlar, klinik çalışmaları yeterli olmadığı için hamileler, emzirenler ve feokromasitoma hastalığı (böbrek üstü bezi tümörü) olanlarda sarı kantaron yağı kullanımı önerilmez. Yine kemoterapi alan kişiler ve organ reddine neden olabileceği için organ nakli yapılmış kişiler kesinlikle sarı kantaron kullanmamalıdır. Sarı kantaron yağı bazı ilaçlarla da etkileşime girebileceği için sakıncalı kabul edilir. Bu ilaçlar bazı antibiyotikler, kardiyovasküler sistemine yönelik ilaçlar ve sinir sistemi ilaçlarıdır. Sarı kantaronun bu ilaçlarla birlikte kullanılmaması gerekir.

Netten Alıntı.

Kısmen Wikipedia 

25.6.23

KARABİBER

 



Karabiber 

Sn.Sinan Acartürk  yazısıdır. 




Sofraların ve bazı içeceklerin de baş tacı olan bu baharatın tarihte önemli bir yere sahip olduğunu biliyor muydunuz?


“Karabiber bilinmeden baharatın tarihi, 

baharatın tarihi bilinmeden de dünya 

tarihinde bazı olayların, savaşların ve 

özellikle sömürgeciliğin temel sebeplerini aydınlatmamız mümkün değildir.” der, bir tarihçi.


Öncelikle konuya, meyveynin kısa bir tanıtımıyla giriş yapalım. Karabiber (Piper nigrum), çiçekli bitkilerden Piperaceae familyasına ait bitkilerin meyvelerinin kurutulup, baharat şeklinde kullanılmasıyla elde edilir ve genelikle de toz şekliyle kullanılır.


Aslında "Karabiber" tropik ormanlarda, 10 mt. uzunluğa kadar ulaşabilen, sarılıcı bir 

bitkinin meyvesidir. Küre biçimli ve eriksi tipte meyveleri olan bitkinin, kabuğunun dış kısmı etli, iç kısmı serttir. Hasat edildikten sonra işlenme ve kurutulma şekline bağlı olarak siyah, yeşil veya beyaz biber olarak da üretilebilir. Karabiber meyveleri tam olgunlaşmadan toplanırsa bu “Yeşil-biber”olur. Olgunlaşıp, kızarıp, kuruyup toplanırsa “Kara-biber”, Siyah kabukları çıkarıldığında ise “Beyaz-biber” olur. Her ne kadar anavatanı Hindistan olmasına karşılık, tüm sıcak iklimlerde yetiştirilebilir. 


Dünyada en yaygın baharat türü olan Karabiber, anavatanı olan Hindistan'da 4000 yıldan beri baharat ve ilaç olarak kullanılmaktadır. Güney Doğu Asya haricinde bazı yerlerde de karabiber yetiştirilmeye başlanmış, tarım arazileri Endonezya ve Malezya’ya kadar da genişlemiştir.


Karabiber kelime Kökeni, yeni Yunanca'da pipéri πιπέρι "Güney Asya" dan ithal edilen 

bir baharat, sözcüğünden alıntıdır. Yunanca sözcük, Eski Yunanca aynı anlama gelen péperi πέπερι sözcüğünden evrilmiştir. Bu sözcük Sanskritçe pippalī (meyvecik, küçük meyve, yada karabiber bitkisi ve meyvesi) sözcüğünden alıntıdır. Kelime batı dillerine de Latince yoluyla Yunancadan geçmiştir. 


Karabiber, dünyadaki en yaygın baharat türüdür. Öyle ki Antikçağ’dan itibaren baharat için Doğu’ya yolculuklar yapılmış, büyük savaşlar çıkmıştır ve uğruna çok insan can vermiştir.  Kristof Kolomb’un, Macellan’ın, Vasco de Gama’nın seyahatlerinin altında da "Baharat" yani doğal olarak karabiber yatmaktadır. 


Evet... karabiberin ülkesi, Hindistan’ı arayan Kolomb, Amerika’yı böyle bir yolculukta keşfetti. Bazı uzmanlara göre Karabiber, Büyük İskender tarafından Avrupa’ya taşımıştır. Tarih boyunca baharat ticaretini elinde tutan ülkeler ticaret ile birlikte, gücünü ve bunun yanında zenginliğini de elinde tutmuşlardır. 


En başa bakacak olursak; Antik çağda, Mısır firavunu II. Ramses'in mumyasının burun deliklerinde 3230 yıllık karabiber kalıntıları bulunmuştur. (Hoş kokusu ile, koklayanı hapşırık krizine sokan bu meyveyinin neden firavunun burun deliğine sokulduğu ise bir muamma) tabi yapılan bu keşif, karabiberin diğer ülkelerden önce Mısır'a ulaştığının göstergesidir.


Karabiberin dünyanın şekillendirilmesinde ve baharat ticaretinin büyük kısmının katalize edilmesinde de en önemli etkiye sahip olduğunu belirtmiştik. Öyle ki Hindistan’da karabiber hem ilaç hem de çeşni olarak kullanılıyormuş. MÖ. 4. yüzyılda yazılmış ünlü 

"Mahabharata" destanında karabiberin adı geçiyor. Antik Yunanistan'da karabiber, para ve kutsal bir ürün olarak kullanılmak üzere yüksek bir prestij de kazanmış. Karabiber, hem tanrılara sunmak hem de vergileri ve fidyeleri ödemek için kullanılıyormuş. Örneğin: 410 yılında Vizigotların ilk kralı Alarik Roma kuşatmasında  fidye olarak " 1360 kilo " karabiber tohumu istemiş. Orta Çağ boyunca ve Rönesans Dönemi’nde Avrupalılar karabiberi öyle yüksek değerlendirmişler ki çoğu zaman kayıtlarda bir hediye, kira ve çeyiz olarak da karşımıza çıkar. O Çağlarda bir erkeğin serveti karabiber stoğuyla ölçülmüştür, o derece yani...


Bu baharat, önceleri Arap tüccarlar tarafından Mısır ve Orta Doğu’ya, Akdeniz çevresi ülkelerden de Avrupa’ya götürülürmüş. Tabi o dönemde baharatların Avrupa’ya ulaştırılması oldukça zahmetli ve uzun bir süreçmiş. Burada kullanılan iki ana rotadan bahsetmek mümkün. Bunlardan ilki, Orta Asya üzerinden gelen, Çin ipeğinin Roma’ya taşındığı, antik İpek Yolu, bir diğeri ise Hindistan ve Sri Lanka üzerinden Yemen kıyılarına veya Basra Körfezi’ne ulaşan deniz yoludur. Baharatlar bu kıyılardaki limanlarda karaya varır, ardından Levant denilen, Filistin çevresine denk gelen doğu Akdeniz bölgesine taşınırdı. Sonra Mısır’da İskenderiye limanına ve Karadeniz’e ulaştırılır, buradan da deniz yoluyla Avrupa’ya ulaşması olurdu. 


Doğudan kara ve deniz yoluyla getirilip yüksek fiyatlara satılan karabiber ticareti önce Roma İmparatorluğu’nun kontrolüne girmiş, 176'da ithal edilen karabiber ve diğer baharatlara vergi konulmuş. 409 yılında Roma’ya yaklaşık 1.500 ton karabiber ithal edildiği belirtilmektedir. Daha sonra baharat ticareti Venediklilerin kontrolüne geçmiştir. Avrupa’ya giren tüm baharatlar Venedik ve Cenova şehirleri tarafından kontrol edilirmiş. Tabi doğal olarak karabiber talebi arttıkça ticareti de o kadar artmış.10. yüzyıla gelindiğinde karabiber Avrupa’da önemli hale gelmiş, öyle ki karabiber ticaretinin dünyadaki ilk borsa oluşumlarını tetiklediği düşünülür. O dönemde, bir şeyin kıymetli ve özel olduğunu anlatmak için, “Karabiber gibi” tarzı ifadeler kullanılırmış. Altınla yarışır hâle gelmiş. 


Bu arada karabiber tarihinde Türklerin de büyük bir rolünün olduğuna değinmededen ademeyiz. Efendim yıllar 1453’ü gösterdiğinde, Osmanlı Devleti’nin Bizans’ı yenerek İstanbul’u fethetmesi, Avrupalı baharat tüccarları için de bir dönüm noktası olmuştur. Baharat yollarının en önemli noktaları artık hızla büyümekte olan Osmanlı’nın toprakları içerisinde kalmış ve doğal olarak da Türklerin en önemli ticaret kaynağı olmuştur. Ancak tarihte Baharat yolu olarak adlandırılan bu önemli yola ve tabiki de Karabibere de sahip olabilmek için devletler içinde çeşitli isyanlar ve hattâ savaşlar bile yapılmıştır. Bu savaşlardan birisi de "Ridaniye Savaşı"dır.


(Belki bilmeyeniniz yoktur ama, genede biz bir hatırlatalım: Ridaniye Savaşı, Osmanlı Devleti ile Memluk Devleti arasında gerçekleşmiş olan en büyük ve en önemli "Baharat Yolu" Savaşı'dır. Yani bir nevi Karabiber Savaşı da diyebiliriz.1517'de Yavuz Sultan Selim komutasındaki bu savaşı, Osmanlı Devleti kazanmıştır.)


Karabiberin, Türkler için açtığımız parantezini kapandıktan sonra, gelelim karabiberin özelliklerine. "Oh! Nihayet" dediğinizin farkındayım, ama tarih bu efendim. Karadelik gibi içine girince kayboluyorsunuz ya da büyük bir şato gibi, her kapısı başka bir kapıya açılıyor.


Evet Karabiberin özellikleri ne-ler-dir? Bakalım...


Karabiber o kadar önemli ki Hipokrat’ın ilk ilacının bal, sirke, karabiber karışımı olduğu uzmanlarca düşünülüyor. Sağlığa pek çok faydası bulunan karabiber, vitamin ve mineral bakımından çok zengindir. A, B, E, ve K vitamini, ek olarak kalsiyum, demir, magnezyum, fosfor, potasyum, sodyum, çinko, manganez ve selenyum da içerir.


--Karabiber baharat olarak başta et ürünleri olmak üzere pek çok yemek ve çorbanın vazgeçilmez bir baharatıdır.

--İştah artırıcı, hazımsızlığı gidericidir. 

--Vücut ısısını doğal olarak artıran bir yağa sahiptir. 

--Ayrıca hem kanın pıhtılaşmasını sağlar hem de doğal bir antibakteriyel olduğu için minik kazalar, yaralanma ve kesiklerde etkili olur. 

--Karabiber gösterdiği antioksidan özellik sayesinde çok güçlü bir cilt temizleyicisi olarak kullanılabilir. 

--Bunun dışında özellikle koyu renkli çamaşırların fazla yıkanmaktan solmasını engellemek için kullanıldığı ve gözle görülür bir farkın olduğu da kayıtlara geçmiştir.


Tabi "azı karar, çoğu zarar" felsefesi ile her şeyde olduğu gibi karabiberin tüketiminde de aşırıya kaçıldığında sağlık açısından yan etkileri olabilir. Yan etkileri de şu şekildedir:


--Aşırı tüketimine bağlı olarak mide yanması  gibi problemlere neden olabilir.

--Karabiberin yakıcı özelliğinden dolayı, direk cilde uygulanırsa tahrişe sebep olabilir.

--Gastrit hastalığı ile mücadele eden hastalar karabiber tüketimini azaltmalıdır.

--Nadir de olsa, aşırı tüketildiğinde ciltte tahrişe ve kızarıklıklara neden olabilmektedir.

--Yaz aylarında karabiber tüketimi, terlemeyi arttırır.

--Cildi kurutur. Kuru bir cilde sahipseniz, tüketirken dikkatli olmalısınız.

--Damar sertliği, yüksek tansiyon, egzama, üremi, bağırsak iltihabı ve romatizmadan şikayet edenler, mümkün olduğu kadar az tüketmelidir.


Vermiş olduğumuz bu uyarılara " Önce sağlık " sloganı ile birlikde dikkatinize çekmek isteriz. 

Evet... karabiber severler " Severler " diyorum çünkü bu satırlara kadar gelmiş iseniz gerçekten ya karabiber seversiniz ya da başka bir sorununuz var :)) 


Efendim karabiberi ister tane olarak, ister toz halinde alalım, dikkat edeceğimiz en önemli nokta, tazeliğidir. Havayla temas eden karabiber hızla tazeliğini ve aromasını da kaydetmektedir. Bir de karabiber baharatlı acısını çoğunlukla hem dış meyveden hem de tohumdan elde edilen "Piperine" den alır. Karabiber üzerinde kalan dış meyve tabakası narenciye, odunsu ve çiçeksi notaları veren aromaya katılan terpenleri içerir. Uçucu aromalar sınıfında olduğu için karabiberin kullanım öncesi mutlaka hava ile teması kesilmiş ve güneş ışığı görmeyen bir yerde saklanması lâzımdır. Bu durum baharatın hem tazeliğini hem de aromasının uzun süre muhafaza edilmemesine olanak sağlar. 


Bir de gereksiz bir bilgi verelim mi? (-Hayııır.) deseniz de vereceğim, çünkü hem ilginç hem de bilimsel. Karabiberin içerdiği piperine isimli madde, burna kaçtığında, sinir uçlarını tahriş etmekte ve hapşırığı tetiklemektedir. İnsan bedeninin karabibere verdiği bu tepkinin ardında, piperiniyi vücuttan atma çabası vardır. Burna kaçan bu maddeyi atmak için vücudumuzun verebildiği tek cevap ise: "Hapşırmaktır" :))


Bukadar uzun bir yazıda "Sürçü lisan ettiysek affola", kalınız sağlıcakla...


TESEKKÜRLER Sn.Sinan ACARTÜRK 

Derleyen: Sinan Acartürk

Kaynak: vikipedi, gastromanya, etimolojiturkce, dunyacom, hayfanecom, tamamlayicisaglik, milliyetcom, medikalakademi, plantcultures, acikradyo, 

Görsel: Karabiber tohumları gastromanya

AYHAN USTA NOTU:

EVDE TAZE ÇEKEREK LEZZET ARTTIRABİLİRSİNİZ..