SAĞLIK VE BİTKİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SAĞLIK VE BİTKİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17.7.12

SOYA ÖNEMİNİ ANLAYAMADIK!

Yağ yapmak için yılda yaklaşık 5 milyon ton yağlı tohuma ihtiyacımız var.
Peki bu miktarın ne kadarını içeride üretebiliyoruz?




Yıllardır soya ürünlerinin faydaları anlatılagelmiştir. Bu konuyla ilgili özel tez hazırlayan akademizyenler bile tanıdık. Türkiye'nin soya üreticisi olmasını ABD'nin engellediği tezine kadar işi götüren araştırmacılar bile gördük. Neticede stratejik bir ürünü artık ithal eder durumdayız.

Güngör Uras, Milliyet'teki köşesinde soya ile ilgili çarpıcı gerçekleri bakın nasıl anlatıyor...

"Yağ yapmak için yılda yaklaşık 5 milyon ton yağlı tohuma ihtiyacımız var. 2.3 milyon ton yağlı tohumu içeride üretiyoruz. Bunun 1 milyon tonu pamuk çekirdeği-tohumu, 1.1 milyon tonu ayçiçeği, 110 bin tonu kolza tohumu, 55 bin tonu soya fasulyesi. Eksiği kapatmak için 2.7 milyon ton yağlı tohum ve ham yağ ithal ediyor, buna 2.5 milyar dolar döviz ödüyoruz. İthalatın 1.7 milyon tonu soya fasulyesi. Soya fasulyesi ve soya fasulyesi küspesine 1 milyar dolara yakın döviz ödeniyor. (Dünya borsalarında fasulyenin fiyatı değişiyor. Tonu ortalama 400 dolar dolayında.)
Cari açık-döviz açığı sorunu gündeme gelince ‘ithalat ikamesi’nden söz ediyoruz. İthal ettiğimiz malları içeride üretelim diyoruz. Geliniz görünüz ki, soframızdaki yağın ham maddesini bile üretemiyoruz.

Burada sorun, devletin çiftçiyi üretime yönlendirememesinde.
Dünyada yağlı tohum üretiminin tahıl üretimindeki payı 1/3 iken bizde 1/10 oranında. Halbuki yağlı tohum tahıldan daha değerli.

Soyanın önemini anlayamadık
Yağlı tohum denilince biz sadece ayçiçeği ve pamuk tohumunu bellemiş durumdayız. Dünyada soya diye bir başka ürün var. Dünyada yılda 425 milyon ton yağlı tohum üretiliyor. Bunun 250 milyon tonu soya fasulyesi. Dünyada yılda 145 milyon ton ham yağ üretiliyor. Bunun 45 milyon tonu soya, 45 milyon tonu palm, 25 milyon tonu kolza, 10 milyon tonu ayçiçeği yağı.
Biz soyayı ‘Çorum fasulyesi’ diye tanıdık. 1950’lerin sonunda Karadeniz’de, Samsun ve Ordu’da ekilmeye başlandı. Sümerbank Ordu’da 1957 yılında bir Soya Yağı Fabrikası kurdu. Ama Karadenizli bu ürünü sevmedi. Fabrika kapandı.

Soya fasulyesi ikinci ürün olarak Güney’de ekilir oldu. Bir ara yıllık üretim 250 bin tona kadar çıktı. Şimdi yılda 55 bin ton üretiliyor. (İthalat 1.7 milyon ton, üretim 55 bin ton.) Biz soya üretimini ciddiye alamadık. Dünyada dönümde ortalama verim 2.2 ton dolayında iken bizde 400 kilogram kadar.

50 yıldır üretemedik
Soya fasulyesinin memleketi Çin ve Mançurya ama şimdilerde Amerika kıtasında en fazla üretilen yağlı tohum. Soyada yüzde 25 yağ, yüzde 45 protein var. Kolesterol içermiyor. Yüksek protein nedeniyle yağ üretimi dışında şimdilerde geniş bir tüketim alanı var. En kolay sindirilen bir tarım ürünü. Özellikle vejeteryanlar ununu değişik şekillerde değerlendiriyor. Unundan soya sütü ve soya eti-kıyması bile üretiliyor.

Soyanın bir başka özelliği ekildiği, dikildiği toprağa azot salması. Toprağı doğal olarak gübrelemesi ve islah etmesi.

Dr. Nusret Arsel yıllar önce Türk üreticisine soyanın önemini anlatmak için yazılar yazdı. Ankara’daki sorumlulara soyanın önemini anlatmak için yurt dışından getirdiği dökümanları verdi. DPT’nin ilk yıllarında Süleyman Demirel bu işe önem verir, soya fiyatını günlük olarak izler, DPT’de KİT sorumlularıyla yapılan her toplantıda, ‘Soya üretimi ne durumda?’ diyerek Sümerbank genel müdürlerini sorguya çekerdi. Heyecanla başladık. Sonra soyanın önemini unuttuk. Geçen yıl Sanayi ve Ticaret Bakanlığı uzmanları ‘Soya Fasulyesi Raporu 2010’ başlığını taşıyan çok güzel bir rapor hazırlamışlar. Rapor güzel, öneriler güzel de... Uygulama yok. Elli yıl önce yola çıkmışız. Hala soya fasulyesinin faziletinden söz ediyoruz. İçeride çiftçi ne üreteceğini bilemiyor ama biz yılda 1 milyar dolar ödeyerek başka ülkelerin çiftçilerini mutlu ediyoruz."
Güngör Uras - Milliyet

Yıllardır tartışılıyor ve en lezzetli tatlarda SOYA KATKILARI
kullanılmaktadır.
Bugüne kadar Soya Türkiye'de üretilmiş olsaydı
Bugün GDO'lu soya kullanmamış olacaktık,ama mutfaklarımızda
tüm ürünlerimizde var zaten.

1.7.12

EKMEĞİMİZLE OYNAYANLAR SAĞLIĞIMIZLA OYNAYANLARDIR!





25 Mart 2012 tarihli “Önce Ekmekler Bozuldu’’ adlı yazımda “Tam buğday unundan yapılmış ekmekler, insanı birçok hastalıklardan koruyor, ya beyaz ekmek… Beyaz ekmek, kanseri tetikliyor. . Beyaz ekmeğe, beyazlatmak ve dayanıklılık süresini artırmak amacıyla üretim aşamasında çok yoğun biçimde katkı maddelerinin eklenmesi de sağlıkta önemli sorunları ortaya çıkartıyor. Beyaz ekmek tüketimi, şeker hastalığının ortaya çıkmasında da birinci derecede etken. Şeker hastalığı yanı sıra obeziteyi de neden oluyor.” demiştim.
Bu yazım üzerine. Kanal D’nin 14 Haziran 2012 tarihli “Doktorum” adlı programına çağrılmıştım. Zaman yetersizliğinden mi bilemem beyaz ekmeğin içinde var olan kimyasalları tam olarak açıklama olanağına sahip olamamıştım. Daha ilerisi “Ne Yapmalı” konusuna gelince “Yayınınız bitti” denilmişti.

BEYAZ EKMEK İÇİNDE NELER VAR?
Beyaz ekmeğe on kadar kimyasal madde konuluyor. Bunların kimilerini yazıyorum:
*E 170 kalsiyum karbonat. Yüksek dozlarda zehirleyici. Safra, böbrek taşı, hemoroit, müzmin kabızlık, fistül kanaması gibi hastalıklara neden olabiliyor.*E 471, E 477 mono ve di-gliseridler ve modifiye edilmiş fırkaları. Bitkisel ve hayvansal olabilir. Domuzdan elde edilenleri de var.*E 280 propiyonik asit, E 281 sodyum propiyonat, E 282 kalsiyum propiyonat,*E 283 potasyum sorbat. Koruyucu olarak kullanılır. Migren ağrılarına neden olabilir. Ekmeklerde yaygın olarak kullanılıyor.*E 200 sorbik asit. Cilt kaşıntılarını ortaya çıkartıyor.*E 420 sorbital. Kıvam artırıcı, tatlandırıcı, nem tutucu… Bebek ve küçük çocuk gıdalarında kullanılması yasaktır. Fazla miktarlarda alınırsa baş ağrısı, susuzluk, bulantı ve kan şekerinin yükselmesine neden oluyor.*E 920 sistain: İnsan saçından, başta domuz olmak üzere hayvan kılından, tavuk tüyünden elde edilir.*E 924 potasyum: Un işleme ajanıdır. Fazla miktarda alınırsa bulantı, kusma, ishal ve sancı yapıyor. *E 928 benzoil peroksit: Unu beyazlatmak için kullanılıyor. Ekmeklere bunları dışında çeşitli boyalar konuluyor.
NE YAPMALI?

Birincisi: Türkiye’de beyaz undan yapılmış ekmeklere “Sağlığa Zararlıdır” ibaresi yazılmalı. Bu önerme, kimilerine naif gelebilir, uzun dönemde birçok hastalığı tetikleyen besinin beyaz ekmek olduğu artık biliniyor

İkincisi: Evlerde tam buğday unundan yapılmış ekmek üretimi özendirilmeli. Bu doğrultuda başta tüketici örgütleri harekete geçmeli.

Üçüncüsü: Türk Gıda Kodeksi, tam buğday unundan yapılmış ekmeği önerecek şekilde değiştirilmeli. Sağlık Bakanlığı ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, tam undan yapılmış ekmek üretimini yaygınlaştırmak için kampanyalar açmalı. Bu girişimleri, doğal olarak Türkiye Fırıncılar Federasyonu’nun çıkarlarıyla çatışacaktır. Ancak, ekonomiye ve halk sağlığına getireceği yararlar açısından bu kampanyanın önemi büyük.

Dördüncüsü: Yerel yönetimlere Tam buğday unundan yapılmış ekmeğe yönelmeli. Belediyelerin beyaz ekmek üretimleri, toplum sağlığından çok bir gelir kapısına dönüşmüştür. Oysa bir kamu kurumunun amacı, yüksek kârlılık değil, yüksek kalitede ve toplum sağlığını önceleyen tam buğday ekmeği üretmek olmalıdır.

Beşincisi:Tohumlukta, hibrit buğday tohumu yerine,yerli buğday çeşitleri ile yerlilerden üretilmiş buğdaylar tercih edilmeli..

Günümüzde,yerli çeşitlerimizin kaliteli un üretiminde daha önde olduğu görülmüştür.
Türk insanının endüstriyel beyaz un ve beyaz ekmekle tanışması,1948 yılındaki Marshall yardımı yıllarına denk geliyor. Bir başka deyişle, ekmeğimiz de emperyalizmin yurdumuza girişiyle bozulmaya başlıyor. Kimileri, hala başını kumdan çıkarmıyor, amma gerçek bu.
20 Haziran 2012
Prof.Dr. Mustafa KAYMAKÇI
mustafa.kaymakci@ege.edu.tr

15.4.12

Salmonella bakterisi nedir?Belirtileri?

        SALMONELLA 

Görsel alıntıdır 


Sıklıkla yaşadığımız gıda zehirlenmelerinin önemli bir kısmının sebebinin Salmonella olduğunun farkında olmayız. Bulaşıcı bir hastalık olan Salmonella ilgili merak edilenler yazımızda.





Salmonella Virüsü - Salmonella Nedir - Salmonella Belirtileri ve Salmonella Tedavisi

Salmonella, insanlarda ishalli hastalığa neden olan bir bakteri grubudur. Genellikle, hayvan dışkısı bulaşmış yiyecekler yoluyla yayılır. Salmonella nın birçok farklı tipi vardır.

SALMONELLA YA NEDEN OLAN ETKENLER
Çiğ ya da az pişmiş et, tavuk, yumurta ya da pastörize olmayan süt (pastörize olmayan sütten üretilen ürünler).
Birçok hayvan kökenli çiğ yiyeceklerde bulunabilir, ancak yiyecekleri pişirmek çoğunlukla Salmonella yı öldürür.
Gıda ürünleri yıkanmamış mutfak malzemeleri ya da bazı ev hayvanlarının dışkılarıyla temastan sonra ellerin yıkanmaması sonucu da enfekte olabilir.
Yakın zamanlarda Gıda ve İlaç İdaresi, yaşlıların ve bağışıklık sistemi zayıflamış olanların alfa-alfa filizi yememesini önerdi.

Belirtileri
Salmonella ile enfekte kişide enfeksiyondan 12-72 saatte ishal, ateş ve karında kramp gelişebilir. Hastalık (salmonelloz) çoğunlukla 4-7 gün sürer ve hastaların çoğu tedavisiz iyileşir. Ancak bazı kişılerde hastalık, hastaneye yatırılmayı ve antibiyotik kullanmayı gerektirebilecek kadar ağır olabilir. Yaşlılar, bebekler ve bağışıklık sistemi zayıflamış kişiler bu grupta yer alır.

HASTALIKTAN KORUNMA YOLLARI
Tavuk, et ve yumurtayı yemeden önce iyice pişirin.
Çiğ ya da az pişmiş tavuk, et, yumurta ya da pastörize olmayan sütten üretilen yiyecek, içecek ve diğer gıda ürünlerini yemeyin.
Sebzeleri yemeden önce bol suyla yıkayın.
Çapraz bulaşmayı önlemek için sebze, pişmiş ya da hazır yiyecekleri, pişmemiş yiyeceklerle çiğ yumurtadan ayrı bir yere yerleştirin. Çiğ yiyecekleri hazırladıktan sonra ellerinizi, bıçakları, tezgahı ve diğer mutfak malzemelerini dezenfekte ediniz
Kaynak.Gıda vitrini
Gündem 

YUMURTADA ÖLÜM VİRÜSÜ(SON DAKİKA)




Balla başlayıp, tavuk, süt ve et ürünleriyle devam eden gıda teröristleri, şimdi de yumurtaya dadandı. Yumurtada ölümcül virüs bulundu…
15 Nisan 2012 Pazar 17:11


Hileli bal, salam, sosis ve sucuğun ardından yumurta nın da masum olmadığı ortaya çıktı. Takvim gazetesinde yer alan haberde, genellikle et ve et ürünlerinden geçen ve tedavi edilmediği takdirde ölüme kadar götüren Salmonella bakterisinin yumurta da da tespit edildiği ortaya çıktı. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, yumurta lara tek tek test yapmanın mümkün olmaması nedeniyle tavuk çiftliklerini denetleyerek halk sağlığını korumaya çalışıyor. 
SEN DE Mİ YUMURTA!
Sahte bal ve yüzde 100 dana eti yerine içinde her türlü sakatat ve kanatlı et barındıran sucukların ardından Türkiye'nin en çok tükettiği yumurta nın da ölümcül bakteri barındırdığı anlaşıldı. Sağlık eski Müsteşarı ve Gazi Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Sefer Aycan, hileli ve halk sağlığını tehdit eden gıdalarla ilgili önemli açıklamalarda bulundu.
Hileli bal ve et ürünlerinden sonra halkın tüm gıdalara korkuyla yaklaştığını belirten Prof. Aycan, üreticilerin ucuza mal edip pahalıya satmak için yaptığı hilelerle halk sağlığının tehlikeye girdiğini kaydetti. Prof. Aycan, et ve et ürünlerinde ortaya çıkan, tedavi edilmediği takdirde ölüme neden olan Salmonella bakterisinin yumurta da bulunduğunu söyledi. Bakterinin yumurta ya hem tavuktan hem de bulunduğu ortamın kirliliğinden dolayı geçtiğini anlatan Prof. Aycan, bakterinin yumurta nın kabuğundan içine ulaştığını vurguladı. Salmonella'lı yumurta nın insana bulaşma riskine dikkat çeken Prof. Aycan, bakterinin organik ya da organik olmayan ayrımı yapılmadan tüm yumurtalarda olabileceğini ifade etti. Özellikle çiğ yumurta dan yapılan pasta ve krema gibi gıdalarla Salmonella bakterinin insana geçme olasılığının yüksek olduğunu bildiren Prof. Aycan, "Salmonella insana geçmesi durumunda şiddetli bir enfeksiyona neden oluyor. İshal, kabızlık ve yüksek ateşle seyreden hastalık, iyi tedavi edilmemesi halinde ölüme neden oluyor" dedi.
KAYNAK:GIDA VİTRİNİ

14.4.12

İşte salam ve sosis gerçeği!


İşte salam ve sosis gerçeği!

**Gıda skandallarına her gün bir yenisi eklenirken, vatandaşlar artık ne yiyeceğini, kime güveneceğini şaşırmış durumda.



Gıdavitrini'nin geçtiğimiz hafta gündeme getirdiği 'işlenmiş etlerde kanser riski' tüketicilerde infiale neden olmuştu. Konuya Gıda, Tarım ve Hayancılık Bakanlığı da müdahil oldu.
Konuyla ilgili Takvim'de yer alan habere göre, yapılan araştırmalar kanserojen maddeden ölümcül virüslere kadar çok sayıda sorunlu ürünü ortaya çıkardı.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın geçen yıl yaptığı denetimlerde Burger King'in hamburger etlerinde ortaya çıkardığı sağlığı tehdit eden Salmonella ve Listeria virüslerine, şimdi de salam, sosis ve sucukta rastlandı.

*ŞOK SONUÇLAR

Gıda üreticilerinin tüm ürünlerini bahçeden sofraya kadar her aşamasında denetleyen Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ekipleri, 2011'den 2012 Mart ayına kadar et ürünlerinde yaptıkları incelemelerde, kanserojen maddeden ölümcül virüslere kadar çok sayıda sorunlu ürün tespit etti. Etiket bilgisinde dev puntolarla 'yüzde 100 dana eti' yazan bazı et ürünlerini inceleyen bakanlık, bu ürünlerden aldığı numunelerde şok sonuçlara ulaştı.

*NİTRAT ÇIKTI

Bu numunelerde, salam, sosis ve sucuk gibi ürünlerde kesinlikle bulunması yasak olan akciğer, işkembe, böbrek ve dalak gibi sakatat tespit edildi. Ürünleri birçok açıdan teste tabi tutan bakanlık, gıdaların bozulmasını önlemek amacıyla et ürünlerinde kullanılan nitratın da yüksek oranda bulunduğunu belirledi. Bakanlık tarafından yapılan incelemelerde, bazı et ürünlerinde kullanılan nitrat oranının kanserojen madde içeren düzeye çıktığı tespit edildi. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yetkilileri, denetimlerin devam edeceğini belirtti.

*PARA VE UYARI CEZASI KESİLDİ

Bakanlık, sağlıksız ürünleri piyasadan toplattırdı. Sorunlu ürünleri toplatma ve imha ettirme maliyeti üretici firmalara fatura edilirken, ayrıca para ve uyarı cezası da verildi. Bakanlık, bu firmaların aynı şekilde ürününün tespiti halinde firmanın kapatılması, suç duyurusunda bulunma ve firmanın kamuoyuna ifşa edilmesi gibi cezalar da uygulayacak.

3 BİN 801 ADET ÜRÜN İNCELENDİ
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı denetçileri, 2011 yılında 3 bin 301 et ürününü inceledi. Bu yıl da Mart ayına kadar olan süreçte 500'ün üzerinde et ürününü mercek altına alan denetçiler, vatandaşın sağlığını tehlikeye atan gıda üreticilerine göz açtırmadı.
Takvim

Alüminyum Folyo kullanılmalı mıdır??


Alüminyum Folyo kullanılmalı mıdır??

Mutfağımızın vazgeçilmez demirbaşı alüminyum folyo. Gerek yemek pişirmek gerek buzdolabında yemek saklamak için her gün alüminyum folyo ve kapları kullanıyoruz pek çoğumuz. Peki alüminyumun insan vücuduna zararları konusunda yapılan son araştırmalardan haberiniz var mı? Bu kez beni bu konuda yazmaya iten buradan Amerika’dan değil Türkiye’den gelen bir araştırma oldu. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü’nden Yrd. Doç .Dr. Sadettin Turhan yaptığı bir araştırma sonucunda alüminyum kaplarda pişirilen ve saklanan yemeklerin sağlık açısından zararları bir kez daha gözler önüne serilmişti... Yeni araştırmalar özellikle yüksek ısıya ve beklemeye maruz bırakılan alüminyum folyodaki alüminyum maddesinin yiyeceklere geçtiğini gösteriyor.
Alüminyumun insan vücuduna başta kemik hastalıkları olmak üzere çok sayıda zararı olduğu belirtiliyor. Bu zararlardan bazıları anemi, kemik erimesi, zeka geriliği ve kanser. Alzheimer hastalarının beyin dokusunda görülen yüksek miktardaki alüminyum uzmanların Alzheimer ve alüminyum arasında bir bağlantı olabileceğini düşünmesine yol açıyor. Ayrıca artan alüminyum miktarı vücudumuz için çok gerekli olan kalsiyum, demir, fosfor, magnezyum gibi minerallerin emilimini de azaltıyor.

Alzheimer hastalarının beyin dokusunda bulunan yüksek miktarda alüminyum, araştırmacıların Alzheimer ile alüminyum kullanımı arasında bir bağlantı olduğunu düşünmesine yol açıyor. Bu nedenle alüminyum kaplarda hazırlanan yemeklerin, tüketenlerde başta Alzheimer hastalığı olmak üzere anemi, kemik erimesi, zeka geriliği, hatta kansere bile neden olabileceği araştırmalar sonucu tespit edilmiş durumda. Alüminyumun sürekli alımıyla beyin hücrelerinde meydana gelen birikim Alzheimer’a ek olarak başka ciddi beyin rahatsızlıklarına yol açabiliyor.
Peki ne yapacağız? Alüminyum folyo gibi hayatımızı kolaylaştıran bir üründen hiç mi faydalanmamalıyız? Uzmanlar bu konuda alınabilecek önlemler olduğunu söylüyor...

Folyo kullanırken nelere dikkat etmeliyiz?

-Alüminyum folyoyu, asitli (yoğurt, limon sıkılmış et ve ürünleri gibi), yüksek sıcaklıkta pişirilen ve uzun süre dondurarak muhafaza edilen gıdalarda kullanmayın.
- Alüminyum kaplar yerine paslanmaz çelik kaplar, folyo yerine de yağlı kağıt ambalajları tercih edin.
-Folyoya ısıtma işlemi uygulamayın.
- Balık, et gibi yiyecekleri alüminyum folyoya sarıp fırında pişirmeyin. Çünkü yüksek ısı ve yiyeceklerin pişirilmesi esnasında çıkan kimyasal içerikli buhar, alüminyum folyo ile reaksiyona girebiliyor.
- Alüminyum folyoya sarılıp saklanacak gıdalar, çok tuzlu, ıslak ya da limonlu olmamalı.
Alimünyumu aldığımız kaynaklar: Alüminyum mutfak kapları, alüminyum folyolar. Hedef organlar: Kemikler, beyin, böbrekler ve mide.
Zehirlenme belirtileri: Bunama, gastroenterit, böbrek hasar, karaciğer fonksiyon bozukluğu, iştah kaybı, denge kaybı, adale ağrısı, psikoz, nefes darlığı, bünyede zayıflık. Son dönemde yapılan araştırmalar alüminyumun Alzheimer, Parkinson, bunama, hareketlerde koordinasyon kaybı, kelimeleri düzgün telaffuz edememe gibi nörolojik problemlerin oluşumunda çok büyük katkısı olduğunu ortaya koyuyor.
Alüminyum zehirlenmesi ve etkileri:
- Kan ve beyin fonksiyon bozuklukları
- Mide ve bağırsak ülseri
- Gastrointestinal hastalık
- Parkinson hastalığı
Cilt problemleri
- Hiperaktivite
- Bebeklerde zeka geriliği
- Çocuklarda öğrenme bozuklukları
- Karaciğer rahatsızlığı
- Mide bulantısı
- Kabızlık
- Mide ağrısı ve gaz
- Enerji eksikliği
(25.03.2012 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır.)

GDO,BÖBREKLERİ İFLASA GÖTÜRÜYOR


GDO,BÖBREKLERİ İFLASA GÖTÜRÜYOR

YILLARDIR, GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ÜRÜNLER (GDO)
SİTEMİZ SAYFALARINDA,ZARARLARINI ARAŞTIRARAK SİZLERE BİLGİLENDİRME AMAÇLI MAKALLELER SUNDUK VE DEVAM EDECEYİZ.
http://www.huffingtonpost.com/ KAYNAKLI YAZIMIZI OKUYUNUZ.


Zararı her geçen gün artıyor. GDO’lu mısırların böbrek ve karaciğer fonksiyonlarını bozduğunu ortaya çıktı.



Çeviri: Emine Sonnur Özcan
Gıdahareketi Uluslararası Biyolojik Bilimler Dergisi (International Journal of Biological Sciences-IJBC) tarafından yayımlanan, genetiği değiştirilmiş gıdaların (GDO) memelilerin sağlığı üzerinde etkilerinin incelendiği bir çalışmada, araştırmacılar, tarım devi Monsanto'nun GDO’lu mısırlarının sıçanlarda organ hasarına neden olduğunu ortaya çıkardı.

Food Freedom’dan (Gıda Özgürlüğü) R. Ananda tarafından özetlenen çalışmaya göre, Monsanto'nun ABD, Avrupa ve diğer diğer birçok ulusal gıda güvenliği yetkililerince tüketim güvenirliği onaylanan GDO’lu mısırlarından üç çeşidi alınmıştır. Bunların kodları şöyledir: Mon 863, Mon 810 ve NK 603.

Kronik sorunların 90 gün sonra bulunması çok güç olsa da, Monsanto 90 günlük bir çalışmadan sonra kendi ham istatistiki verilerini toplayıp aldı ve mısırının tüketim için güvenli olduğu sonucuna vardı. Buna rağmen bu onay damgası prematüredir.

IJBS’da yayınlanan çalışmanın sonuç kısmında araştırmacılar şunları yazdılar:

"GDO’lu mısırların etkileri çoğunlukla, besinleri zehirlerinden arındıran iki büyük organın, böbrek ve karaciğer fonksiyonlarında yoğunlaşmıştır. Bununla beraber anılan organlara her GDO türünün verdiği zarar farklı farklı olmuştur. İlâveten, kalp, böbrek üstü bezleri, dalak ve kan hücrelerinin üzerindeki bazı etkileri de sık sık not edilmiştir. Normalde karaciğer ve böbrek metabolizmasında cinsel farklılıklar vardır; fonksiyonu yüksek istatistiksel olarak önemli rahatsızlıklar erkek ve dişi sıçanların organlarında görülmüştür. Biz bu nedenle elde ettiğimiz sonuçlarla GDO’lu mısırların karaciğer ve böbrek sistemleri için zehirli etkiler yarattığını şiddetle savunmaktayız…. İnsan ya da hayvan beslenmesinin bir parçası olarak daha önce bilinmeyen bu maddeler, özellikle uzun süre onları tüketenler için sağlık sonuçları kesinlikle bilinmemektedir.

Monsanto derhal araştırmaya şöyle bir cevap vermiştir: Bu araştırma"hatalı analitik yöntemlere ve hatalı mantığa dayanan ve bu ürünler için güvenlik bulgularını doğruca ortaya koymayan bir araştırmadır."

IJBS çalışmanın yazarı Gilles-Eric Séralini, Monsanto’nun değerlendirmesine Food Freedom’da cevap vererek şunları söyledi: "Bizim çalışmamız Monsanto’nun sonuçlarıyla çelişmektedir; çünkü, Monsanto sistematik olarak, GDO’ları yemenin memeliler üzerindeki sağlık etkisini yok saymıştır. Ki bu etkiler, erkek ve dişilere ve tüketme oranlarına göre farklı farklıdır. Bu halk sağlığı için dramatik, çok ciddi bir yanlıştır. Monsanto’nun ham istatistikî sonuçlarının dikkatlice analiz edilmesinden ortaya çıkan önemli sonuç budur.

http://www.huffingtonpost.com

AFLATOKSİN NEDİR?


AFLATOKSİN NEDİR?

Son yıllarda yaşamımızı önemli derecede etkilediği için sıklıkla sözü edilen aflatoksin, günlük yaşantımızda her yerde karşılaştığımız küflerden bazılarının ,ürettikleri birçok kimyasal maddelerden biridir. Bu kimyasal maddeler arasında bazıları insanlarda ve hayvanlarda hastalığa neden olduğu için bir tür zehir özelliği taşımaktadır ve aflatoksin de bunlardan biridir. Zaten, aflatoksin kelimesi de, onu yapan küfün adından (Aspergillus flavus ) ve zehir anlamına gelen "toksin" kelimesinden türetilmiştir.

AFLA + TOKSİN : AFLATOKSİN

Bu madde, bir çok organın yanısıra esas olarak karaciğer üzerinde etkili olmakta ve giderek karaciğer kanserine yol açmaktadır. Bu etki, genetik çalışmalarla son yıllarda kesin olarak kanıtlanmıştır. Ayrıca birçok ülkede yapılan çalışmalar, karaciğer kanserine yakalanan insan sayısı ile, tükettikleri aflatoksinli gıda arasında yakın bir ilişki olduğunu göstermiştir.


AFLATOKSİN ---------> KARACİĞER KANSERİ

İnsan sağlığını bozan bu etkiyi, aflatoksinin gıda maddesi içerisindeki çok düşük miktarları yapabilmektedir. Ülkemizde gıda maddelerinde bulunmasına izin verilen 5 ppb düzeyi, milyarda 5' in ifadesidir, yani 1 kg' da 5 mikrogram, 1 tonda 5 miligram, 1000 tonda 5 gram anlamına gelmektedir. Avrupa ülkelerinde ise bu sınır 2 ppb' dir.

1 kg gıda maddesinde 1 ppb aflatoksin , 0,000001 gram aflatoksin demektir.

AFLATOKSİN NASIL OLUŞUR?

Bir gıda maddesinde aflatoksinin oluşması için ilk koşul, bu toksini yapan küfün sporlarının gıda maddesine bulaşması; daha önemli ikinci koşul ise, gıdanın kendisinin ve bulunduğu ortamın, bu küf sporlarının çimlenerek çoğalmasını sağlayacak şartlara sahip olmasıdır. Küfün veya sporlarının insan sağlığına çoğu kez herhangi bir olumsuz etkisi olmamasına karşın, ürettikleri maddelerin bir kısmı zararlıdır ve bu maddelerin birçoğu yüksek sıcaklık ile ortadan kaybolmamaktadır. Küflerin gelişebildiği her gıda maddesinde aflatoksin veya benzeri başka bir zehirli maddenin meydana gelmesi ihtimali bulunmaktadır.



Küflenmiş biber.

Bu yüzden, bu küf sporlarının gıda maddesine bulaşması önlenemiyorsa, aflatoksinin oluşmasını önlemek için, küfün gelişmesini önlemek gerekmektedir.

Aflatoksin yapan küflerin gelişmesi için 25-35 °C sıcaklığa ve %70'in üzerinde nispi neme (veya gıda maddesine 0,70'in üzerinde su aktivitesine) ihtiyaç vardır.

Küflerin nemli ve sıcak ortamlarda geliştiği herkes tarafından bilinmektedir. Bu açıdan bakıldığında, tarladan yeni hasat edilmiş biber; içerisinde barındırdığı nem oranı ve hasat zamanındaki hava sıcaklıkları nedeniyle, küflerin, özellikle de aflatoksin yapan küflerin (Aspergilius flavus ) çoğalabilmesi ve aflatoksin yapabilmesi için ideal bir ortam oluşturmaktadır. Havada ve toprakta her zaman bulunabilen bu küflere ait sporların herhangi bir zamanda biberlerin üzerine bulaşmış olması her zaman mümkündür. Bu bulaşmayı önlemek hemen hemen imkansızdır, bu yüzden esas önemli olan orada bulunan küf sporlarının gelişmesini sağlayan koşulları ortadan kaldırmaktır. Bu durumda, ortamı soğutmak veya nemliliği kaldırmak; küfün remesini, dolayısıyla aflatoksin üretmesini engelleyecektir.
Kaynak:http://www.tarimkutuphanesi.com/AFLATOKSIN_NEDIR?_00152.html
Bir önceki yazıma atfen Bilginize sunuyorum.

EHEC Bakterisi öldürüyor


EHEC Bakterisi öldürüyor,SON DAKİKA HABERİ
28.05.2011 gündemi

Almanya’da ağır bağırsak enfeksiyonuna ve ölümlere de neden olabilen EHEC bakterisinden kaynaklanan hastalıklardan ölenlerin sayısı 9'a yükseldi.

Son olarak Schleswig-Holstein eyaletinde 38 yaşındaki bir genç kadın ile Hamburg kentinde 87 yaşındaki bir kadının EHEC bakterisinin sebep olduğu HUS sendromundan dolayı hayatını kaybettiği bildirildi.

Almanya’da yaklaşık 1000 kişiye EHEC bakterisinin bulaştığı tahmin ediliyor. Bakteriyel hastalıkların sayısının Almanya’da normalde her yıl 900 civarında olduğu belirtildi.

EHEC bakterisi, şu ana kadar sadece İspanya’dan ithal edilen salatalıklarda tespit edildi. Bu nedenle aralarında Metro gibi büyük alışveriş marketlerinin bulunduğu bazı süpermarketler reyonlarından bu salatalıkları kaldırdı.
28/05.2011



Almanya’nın kuzeyinde bulunan eyaletlerde hızla yayılan, 9 kişinin ölümüne ve 500’ü aşkın kişinin hastalanmasına neden olan koli basilinin (EHEC E.coli 0157:H7 bakterisi) kaynağı henüz belli değil.

Uzmanlar hastalığın daha çok yayılmasından endişe ediyor.

Ülkemizde de görüldüğü bilinen bu koli basili hakkında çok fazla bilgi bulunmuyor.



E.coli veya Escherichia coli olarak bilinen koli basili, memelilerin kalınbağırsaklarında yaşayan genellikle yararlı bir bakteri türü olarak tanımlanıyor. Normal şartlar altında insana zarar vermeyen bu bakterinin EHEC (Enterohemorajik E.coli) grubuna ait E.coli 0157:H7 türü hayati tehlikeye neden olabiliyor.

Nasıl Bulaşıyor?

Etkenin başlıca yayılma kaynakları iyi pişmemiş veya çiğ et, pastörize edilmemiş süt ve süt ürünleri, iyi temizlenmemiş çiğ sebze ve meyve, EHEC’i taşıyan hayvanlarla temas olarak sayılıyor. Ayrıca yeteri miktarda klorlanmamış su içmek, koli basili içeren göl ve havuzlarda yüzmek de bulaş yollarından... EHEC insandan insana bulaşabildiği için özellikle toplu yaşam alanlarında yayılmasını önlemek zor...

Belirtileri Neler?

Bakteri bulaştıktan birkaç gün sonra ilk belirtiler şiddetli bulantı ve karın ağrısı olarak ortaya çıkar.

Bunu şiddetli, kanlı ishal takip edebilir. Birlikte ateş ve kusma olabilir. Tedavi altına alınan hastalar gerekli müdahalelerin ardından hızla iyileşebilir. Bazı kişilerde hastalık belirti vermeden, kendiliğinden iyileşebiliyor. Ancak bazı vakalarda EHEC ölümcül sonuçlar doğurabiliyor.

Neden Ölümcül?

EHEC (E.coli 0157:H7) ürettiği toksin ile hastalık yapar. Özellikle yaşlı insanlarda ve çocuklarda HUS Sendromu’nun ortaya çıkmasına yol açabilir. HUS Sendromu’na bağlı olarak hastalarda alyuvarlar imha olur, böbrek yetmezliği görülür. İnme ve koma görülebilir. Bu durum, bazı hastaların hayatlarını kaybetmesi ile sonuçlanır.

Dışkı Kültürü ile Tespit Ediliyor
EHEC (E.coli 0157:H7) bakterisi belirtileri gösteren kişilerin zaman kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna başvurmaları gerekir. Burada yapılacak olan dışkı kültürü ile bakterinin varlığı saptanabilir.

Tedavisi...

Enfeksiyona yakalanmış çoğu kişi ilaç tedavisi olmadan kendiliğinden 5 – 10 gün içinde iyileşir. Tedavi sırasında antibiyotik kullanımının iyileşme üzerinde bir etkisi yoktur, hatta bazı vakalarda HUS Sendromunu tetiklediği ve böbrek yetmezliğine yol açtığı görülmüştür.

Hastada HUS Sendromu görülüyorsa yoğum bakımda tedavi altına alınır. Tedavi için çoğunlukla kan nakli ve diyaliz gerekir. HUS Sendromu’nun hayati tehlike yarattığını unutmamak gerekir. Bu neden HUS Sendromu belirtisi gösteren hastalar derhal bir hastaneye başvurmalı.

Nasıl Korunuruz?

EHEC’in yaptığı hastalıktan korunmak için tüketilen etin mutlaka iyi pişirilmesi gerekir.

Ayrıca çiğ etin hazırlanması aşamasında kullanılan tüm mutfak aletlerinin dezenfekte edilmesi bakterinin yayılmasını engeller. Pastörize edilmemiş süt ve süt ürünlerini, iyi temizlenmemiş çiğ sebze ve meyveyi yemekten kaçınılmalı. Sık sık elleri yıkamak etkenin insandan insana bulaşmasının önüne geçer.

Temiz Su Tüketin, Temizliğinden Emin Olmadığınız Suya Girmeyin
Ayrıca temiz olmayan suların içilmesi veya içinde yüzülmesi de EHEC’in bulaşma olasılığını arttırır. Bu nedenle temiz su tüketilmeli ve temizliğinden emin olmadığınız sularda yüzülmemelidir. Hastalanmış bebeklerin bezini değiştirdikten sonra eller mutlaka yıkanmalı. Enfeksiyon kapmış kişilerle aynı havuzda yüzmemeli ve birlikte banyo yapılmamalı.

9.4.12

BÖCEKTEN ELDE EDİLEN RENLENDİRİCİ:KARMİN






İşte böcekten elde edilen 'Karmin' isimli renklendiriciyi en çok kullanan markalar...
İçinden böcek çıkan markalar
    Son günlerde gıda sektöründe arka arkaya gelen olumsuz haberler tüketicilerinin güvenini zedelerken, günlük hayatta çok sık kullanılan ürünlerde sağlığa zararlı maddelerin bulunması tüketicilerin tedirginliğini arttırıyor.
Gıda skandallarına hergün bir yenisi eklenirken, piyasada satılan balların sahte olduğu yönünde çıkan haberleri zeytinyağda hile şüphesinin takip etmesinin ardından salam, sosis ve sucuklarda virüse rastlandığına yönelik haberler, tüketicilerin sektöre olan güvenini kaybetmesine neden oluyor.
Geçtiğimiz günlerde, Starbucks'ın, çilekli Frappuccino içeceklerinde hayvansal boya maddesi olan karmini kullandığını kabul etmesiyle farklı gıda maddelerinde kullanılan Karmin yeniden tartışmaya açılmış oldu. 
Konservelerde renklendirici olarak kullanılmasının yanısıra meyveli süt, yoğurt, bisküvi, dondurma, reçel, soslar, meyve suları, et ürünleri, şekerleme ve sakız gibi bir çok gıda ürününde kullanılan karminin tüketiciler tarafından çokça tüketildiği ortaya çıktı.
‘Cochineal’ adlı böcekten elde edilen ‘karmin’ isimli renklendiricinin şimdilik bilinen tek zararının alerjik reaksiyonlara yol açması olduğu bildiriliyor. Karmini en fazla kullanan markaların başında Ülker, Kent, Eti ve Dr Oetker geliyor.
TÜRKİYE'DE SATILAN VE KARMİN İÇEREN BAZI GIDALAR

SÜTLÜ GIDALAR
Danette, çilek aromalı puding, Danone
Çilek aromalı süt, Danone
Çilekli süt, Pınar
İçim, çilekli puding, Ülker

SAKIZ
Vivident xylit Cube, nar ve fuji elma aromalı şekersiz tatlandırıcılı sakız
Vivident xylit Aqua Gum, meyve aromalı şekersiz tatlandırıcılı sakız
Vivident xylit 2 Fruit, çilek aromalı şekersiz tatlandırıcılı sakız
Big babol çilgın meyveler balonlu mega draje sakız
Şıpsevdi, meyve aromalı şekerli balonlu sakızlar, Kent
Bubbaloo Mega, karışık meyve ve kola aromalı şekerli balonlu sakızlar, Kent
First, tatlı & ekşi çilek aromalı tatlandırıcılı şekersiz draje sakız, Kent
Vivident, cilek ve mandalina aromalı şekersiz şerit sakız,
Vivident, çilek ve karpuz aromalı sıvı dolgulu tatlandırıcılı draje sakız,
Mentos, çilek ve limon aromalı sıvı dolgulu tatlandırıcılı draje sakız,

ŞEKERLEME, BİSKÜVİ, KEK, GOFRET VE SOSLAR
Lollipop, meyve aromalı karışık top şeker, Ülker
Jelibon, karışık meyve aromalı yumuşak şeker, Kent
Kremini, meyve sulu toffe şekerleme çilekli, Ülker
Pop Tip, Ahududu aromalı draje şeker, Kent
Ufo, kakaolu draje, Ülker
Çokomel, çilek aromalı marshmallowlu bisküvi, Ülker
Dankek, çilek soslu kek, Ülker
Halk Bitanem, kırmızı meyveler kremalı sandviç bisküvi, Biskot Bisküvi
Kaymaklım, çilek yoğurt kremalı sandviç bisküvi, Eti
Çilek aromalı kremalı gofret, Ülker
Kekstra çilekli kek, Ülker
Böğürtlenli sos, Dr. Oetker
KARMİN NEDİR?
Hayvansal kaynaklı bir boya maddesi olan Karmin, binlerce yıldır kullanılmaktadır. Keşfi ise İspanyolların Latin Amerika'yı keşfine kadar dayanır. Avrupa'ya girişi de işte bu yıllarda gerçekleşir. Karmin'in kaynağı ise Mexiko ve Peruda yetişen ve besin maddesi olarak kaktüsü seçen Coccus cacti adlı böceğin dişisinin Scaharlach-Schildlaus kurutulup öğütülmesinden elde edilir.

==========================================================

08 Nisan 2012 GAZETE VE TV.HABERLERİ             

Starbucks ile gündeme gelen karmin maddesi bir kez daha tartışmaya açıldı. Peki Starbucks'ın kabul ettiği bu karmin maddesi nedir?

Türkiye'de milyonların uğrak haline gelen Starbucks, karmin maddesini kullandığını kabul etti. Bu tartışmalar binlerce yıl farklı farklı gıda maddelerinde kullanılan Karmin'i bir kez daha tartışmaya açtı. Peki bu Karmin maddesi nedir ve hangi gıda ürünlerinde bulunmaktadır? Müslümanlar için Karmin ürünü kullanılan gıdalar helal kabul edilmiyor.

Hayvansal kaynaklı bir boya maddesi olan Karmin, binlerce yıldır kullanılmaktadır. Keşfi ise İspanyolların Latin Amerika'yı keşfine kadar dayanır. Avrupa'ya girişi de işte bu yıllarda gerçekleşir. Karmin'in kaynağı ise Mexiko ve Peruda yetişen ve besin maddesi olarak kaktüsü seçen Coccus cacti adlı böceğin dişisinin Scaharlach-Schildlaus kurutulup öğütülmesinden elde edilir.

Coccus cacti aslında parazit olarak nitelendirin bir böcektir. Güney Amerika'da yetişen kaktüsün yapraklarında yaşar ve bu böcekten bir çok doğal hayvansal gıda ürünlerinde kullanılar karmin asiti üretilir.

Fotoğraftada görülen renk, bu böceğin kurutularak öğütülmesinden elde edilir. Dünyada bu madde, özellikle meyve ve sebze üretilen gıda ürünlerinin renklerini daha koyu hale getirmek için kullanılır. Konservelerde renklendirici olarak kullanılırken; sucuk, sosis, bazı gazlı içeçekler ve dondurma ile hafif tatlı çeşitlerinde kullanılmaktadır. Bu madde özellikle doğal yollardan elde edildiği için Avrupa ülkelerinde desteklenmektedir.

"Cochineal" adlı böcekten elde edilen Karmin, kozmetik ve tekstil ürünlerinde kullanılabilmektedir.

E 120 renk maddesinin kullanım alanları ise şöyle;

- Her türlü işlenmiş et ürünlerinde
(Sucuk- salam ve yurtdışı kaynaklı sosislerde)

- Konserve ürünleri ve tatlılarda

- İşlenmiş süt ürünleri
(Peynir ve peynir çeşiti ürünlerde)

- Gevrek, cips ürünlerinde


5.4.12

Gıdanın vitamin değeri nasıl korunur?
















Gıdanın vitamin değeri nasıl korunur?
Yemeğin vitamini suyunda mıdır yoksa tanesinde mi? Yoğurdun suyu sağlıklı mıdır? Meyveyi nasıl yersek vitamin değeri artar? Sebze ve meyvelerden yüksek oranda yarar sağlamak mümkün mü
:
Sağlıklı bir hayatın olmazsa olmaz şartlarından biri doğru beslenme. Beslenmenin önemli bir kısmını da tükettiğimiz sebze ve meyveler oluşturuyor. Ancak onlardan da yarar sağlayabilmemiz için yıkamadan pişirmeye pek çok kurala dikkat etmemiz gerekiyor. Aksi durumda, yararları kayboluyor. Yalnızca karın doyurduğumuz bir yemek haline gelebiliyor. Örneğin, bazı sebzeler saatlerce suda bekletildiği için besin değerini kaybedebiliyor ya da yemeğe renk vermesi için eklenen soda, sebzenin vitaminini öldürebiliyor. Peki, sebze ve meyvelerin besin değerinden yüksek oranda yararlanmak için neler yapmalıyız? Beslenme ve Diyet Uzmanı Şengül Sangu Talak, besinlerin vitamin değerlerinin nasıl korunması gerektiği ile ilgili önerilerini 10 başlıkta şöyle sıralıyor:
Sebze ve meyveleri şiddetli akan suyun altında yıkamayın
Sebze ve meyvelerin içindeki bazı vitaminler suda çözünüyor. Bu nedenle sebze ve meyveleri şiddetli akan suyun altında uzun süre yıkamayın. Hızlı akan su, yüzeyde oksijen kaybına neden olarak, yiyeceklerin besin değerini düşürüyor. Ayrıca sebzeleri yıkarken bütün halinde suya basın. Doğrayıp suya bastığınızda vitamin değerini öldürüyorsunuz. Aynı şekilde sebzeleri pişirirken de tencereye çok fazla su eklemeyin. Sebzeleri çok az suyla ya da buharda pişirmeyi tercih edin.
Sebzeleri büyük parçalara bölün
Sebzeleri pişirmeden hemen önce ve büyük parçalar halinde mümkünse elinizle bölün veya bıçakla kesin. Sebzeleri küçük parçalar halinde bölmek veya kesmek alan yüzeyini artırıyor. Alan yüzeyi ne kadar artarsa vitamin kaybı da o kadar çok oluyor.
Tencerenin kapağını kapalı tutun
Sebze ve meyveleri pişirirken tencerenin kapağını kapalı tutun. Böylece buhar kaybolmuyor ve yemeğin pişme süresi kısalıyor.
Sebze ve meyveleri çiğ tüketin
Eğer pişiriyorsanız mümkün olduğunca kısa sürede ve diriliğini koruyacak şeklide pişirin. B ve C vitamini gibi vitaminler ısıyla kolayca kayba uğruyor. Ispanak, brokoli, karnabahar, lahana, bamya, patlıcan ve kabak gibi sebzeleri en fazla 10 dakika pişirin. Fasulye için de 20 dakika pişirme süresi yeterli.
Pişirme suyunu dökmeyin
Sebzelerin, makarnanın ve kurubaklagillerin pişirme sularını dökmeyin. Pişirme sularını çorbalara, yemeklerinize veya soslara ekleyerek yemeklerinizin besin değerlerini artırın.
Yemeğe soda eklemeyin
Sebzeleri pişirirken soda eklemeden pişirin. Pişirme sırasında eklenen soda, sebzelere daha yeşil bir renk kazandırmakla birlikte bazı vitaminlerde kayıplara neden oluyor.
Sebze ve meyvelerin yenilebilen kabuklarını soymayın
Eğer soymanız gerekiyorsa mümkün olduğunca ince soyun. Birçok vitamin ve mineral, sebze ve meyvelerin özellikle dış yapraklarında, kabuğunda veya kabuğun hemen altındaki kısımlarında bulunuyor. Sebze ve meyvelerin iç kısımlarındaki vitamin ve mineral yoğunlukları daha az.
Yağları yakmayın
Yağlar, uzun süre yüksek ısıya maruz kalırsa, vücut için zararlı maddeler (serbest radikaller) oluşuyor. Besinlerin yüksek sıcaklıkta kızartılarak yenmesi sağlık açısından zararlı. Ayrıca bu yiyecekleri fazla tüketmek şişmanlığa neden olurken, kalp-damar hastalıklarına yakalanma riskini de artırıyor.
Tatlıya şekerini piştikten sonra ekleyin
Sütlü tatlı pişirirken şekerini ocaktan alırken ekleyin. Pişirme sırasında eklenen şeker ile sütün proteini birleşince protein kaybı oluşuyor.
Yoğurdun suyunu dökmeyin
Yoğurdun suyunun süzülmesi veya bekletme esnasında oluşan yeşilimsi suyunun atılması vitamin B2 (riboflavin) kaybına neden oluyor. Riboflavin vücutta önemli işlevleri olan bir vitamin. Bu nedenle ekmek mayalandırma, bisküvi, pasta ve çorba yapımında değerlendirilmesi sağlık açısından faydalı.

posta



17.12.11

YAĞ,SU,ŞEKER







İstanbul Sultangazi’de
“KANSERE NEDEN OLAN BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ” konusunda düzenlediği toplantıda

Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL’UN konuşması.



“YAĞ”


Eğer hayvan merada %100 yeşillikle besleniyorsa, asla başka yabancı gıda almıyorsa, o tereyağı dünyanın en iyi yağıdır. Zeytinyağından da iyidir.
Ama marketten satın aldığınız tereyağı ahırda beslenen, pancar küspesi, mısır silajı veya başka tahıllarla beslenen hayvanların yağıdır…
Sizin sağlığınızı korumak için ne yediğinize bakmanız lazım. İşte temel hatalardan biri yağ seçimi

Biz ayçiçek yağı, mısırözü yağı, margarin veya endüstriyel tereyağı yediğimiz sürece hasta olmaya mahkumuz.
Elimizde iki tane yağ var şu anda.
Bir, zeytinyağı; iki, %100 mera sütünden yapılmış tereyağı. Peki fındık yağını nereye sokacağız? Bu liste içinde bakın fındık yağının yağ asit içeriği, yani temel yağ bileşimi zeytinyağına çok yakındır. Hasta edici bir yağ değildir.
Ama zeytini sıkıyorsun, yağını elde ediyorsun. Fındığı eziyorsun, püre haline getiriyorsun, 80 dereceye ısıtıyorsun, eter katıyorsan, yağını öyle elde ediyorsun.
Hangisi tercih edilir? Zeytinyağı tabii ki. Yani fındık yağını eve sokmanın bir alemi yok. Ha zeytinyağının tadına hiç tahammül edemiyorsan o zaman rafine zeytinyağı kullanabilirsin. O da işte fındık yağıyla aynı yöntemle elde edilir. Yani piyasa değeri olmayan, çok koyu, kokulu zeytin yağlar fabrikaya gönderilir. Onlar da 70-80 dereceye ısıtılır; sonra da eter katılır; yağ elde edilir. İlk etapta rafine zeytin yağı elde edilir. Hiç kokusu yoktur, hiç tadı yoktur. Eğer bu rafine zeytin yağına, %5 oranında sızma zeytin yağı katarsanız, o zaman riviera tipi zeytinyağı elde etmiş olursunuz.
Hani marketlerde görüyorsunuz ya, o fabrika eseri bir yağdır; ayçiçekle filan karışmış değildir. Saf zeytinyağıdır.
Ama neden yoksundur biliyor musunuz? Sızma Zeytinyağında var olan antioksidanlardan yoksundur.
Çünkü oksitlenme, yani paslanma bütün bizim hastalıkların temelindeki ana unsurdur.
Nasıl açık havada bırakırsan demiri yağmurda paslanır, biz ne yaparız, antipas diye bir boya süreriz paslanmasın diye.
Vücudumuzun da antipasları vardır. Bunlara biz antioksidan diyoruz.
Antioksidanları ağırlıklı olarak sebze-meyvelerden elde ediyoruz. Zeytinyağı antioksidanlardan çok zengindir ve kalp hastalıklarına karşı koruyuculuğu önemli oranda antioksidanlardan dolayı kaynaklanmaktadır. Ama biz onu ısıttığımız zaman, rafine zeytinyağı elde ettiğimiz zaman, bu unsurları geniş ölçüde kaybediyor. O yüzden mümkün mertebe sızma zeytinyağı kullanmalıyız ve çocuklarımıza da bu tadı alıştırmamız lazım.
İkinci temel hatamıza geçmeden birincisi olan yağ seçimini özetlersek, daha Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinin Trabzon bölümünde, hamsinin zeytinyağı ile kızartıldığının tarifi vardır. Sen 500 sene önce bu topraklarda bunu biliyordun. Ama biz, dış etkilerle doğruyu unutturulduk ve yanlışlara sürüklendik. İşte o yanlışlıklar bizi hastalıklara sürüklüyor. Zaten dünyada bir tek Akdeniz yöresinde yetişiyor. Şimdi Arjantin’de, Çin’de zeytin ağacı yetiştirilmeye çalışılıyor. Biz toprağındayız. 5.000 yıldır bu topraklarda zeytinyağı kullanılıyor. Ne olur biraz özümüze geri dönelim.

*İkinci büyük hata
"ŞEKER"


Hayatımızda şeker, insanlık tarihi itibarıyla bakarsanız çok yeni bir olgu.
Peki şeker bir besin maddesi midir?
Değildir.
Çünkü besin maddesini nasıl tanımlıyoruz? İnsanın bedensel ve ruhsal işlevlerini ve çoğalmak için, yani neslini sürdürmek için gerekli maddelere biz besin maddeleri diyoruz. Şeker, insanın herhangi bir işlevini yerine getirmek için gerekli mi?
Evet. Beyin glikozla çalışıyor.Omurilik hücreleri glikozla çalışıyor.
Eritrosit dediğimiz alyuvarlar glikozla çalışıyor. Enerji kaynağı olarak glikozu kullanıyor.
Peki dışarıdan şeker alıp da daha akıllı olan bir insan gördünüz mü?
Hani beyin glikozla çalışıyor ya, şeker yediği için daha akıllı olan bir insan gördünüz mü?
Veya sperm, enerji kaynağı olarak früktozu kullanıyor. Meyve yiyip de daha müthiş erkek olanı gördünüz mü? Çünkü;
insanın gereksinimi olan glikozu da früktozu da vücut kendisi üretiyor.
Dışarıdan asla alınmasına gerek yok. Dolayısıyla biz şeker yediğimiz zaman tamamen sadece damak zevkimiz için yiyoruz.
Asla hiçbir bedensel ihtiyacımız yok.
O yüzden şekere boş kalori denir. Yani gereksiz yere aldığımız kalori. E bugün bakın şimdi son bir hafta içinde yediklerinize, ne kadar boş kalori aldınız? Çok… Niye?… Hasta olmak için, Sadece hasta olmanıza katkıda bulundu. Bir de son zamanlarda pancardan elde edilen şeker de bir yana bırakıldı; daha ucuz olsun diye mısırdan elde edilen şeker kullanılmaya başlandı. Fruktozdan zengin mısır şurubu. Ne yazık ki, bizim gıda tüzüğümüzde farklı şekerlerin farklı adlandırılması zorunluluğu yok. Şeker şekerdir mantığıyla ister nişasta bazlı şeker yani mısır nişastasından elde edilmiş şeker olsun ister pancar şekeri ister … şekeri olsun hepsinin üstünde şeker yazılması yeterli.
Halbuki
mısırdan elde edilen fruktozdan zengin mısır şurubu,aynı miktar kaloride bile olsa normal şekere göre % 46 daha şişmanlatıcı.
Özellikle karın bölgesi yağlanmasına yol açıyor. Bu bilimsel olarak kanıtlandı.
Dünyanın en saygın üniversitelerinden biri, Amerika’da bir teknik üniversitenin bir öğretim üyesinin sözünü ödünç alarak size söylemek istiyorum “Yaşadığımız çağ, akademik kapitalizm.” Yani sermaye sahiplerinin akademisyenleri satın alması sonucu, toplumla paylaşmak istediklerini akademisyenlere söylettirdikleri çağdayız..
Yani satılmış insanların çağı. Satılmış bilim insanlarının çağındayız.
Üçüncüsü ise karaciğer yağlanması. Ama ne tür bir yağlanma? Alkolizm dışı bir yağlanma.
O yüzden biz buna alkol dışı karaciğer yağlanması deniyor. Ve alkol dışı karaciğer yağlanması, özel tipli bir siroza neden oluyor. Atatürk’ün öldüğü siroz hastalığı var ya. Özel bir tipte siroz hastalığı, kriptojenik siroz deniyor buna. Amerika’da son otuz yıl içinde üç kat artan karaciğer kanserinin de kriptojenik siroz sonucu olduğu belirtiliyor.
Yani sonuçta Amerika’da son 30 yılda üç kattan fazla görülen karaciğer kanserinin sebebi mısır şurubudur.
Bu, bu kadar açıkken bizim bakanlığımız dün yaptığı açıklamada hiçbir bilimsel kanıt sunulamamıştır diyor. Benim 110 tane bilimsel yayın kullanarak yazdığım, on yedi sayfalık raporu da çiğneyerek bunu yapmış.
17 sayfalık rapor gönderdim onlara. 110 tane de literatür ekledim. Ama neoliberalizmdeki iktidarlar sermayenin iktidarıdır; vatandaşın iktidarı değildir. Yurttaşın iktidarı değildir…
Ne olur çocuklarınızı mısır şurubundan uzak tutun. Hem şekerden uzak tutun ama özellikle de yani gofret, bisküvi kek
dışardan alacağına az şekerli bir keki evde kendin yap.Yani ambalajlı bir ürün sunmayın çocuklarınıza.
Bugün gıda sanayisinde sadece ve sadece aksi belirtilmediği takdirde mısır şurubu kullanılıyor.
Dondurmalarda o kullanılıyor, hazır aldığınız baklavanın şerbeti bile mısır şurubundan.
Kartal’da onun fabrikası var Ülker’le Cargill firmalarının ortak kurdukları bir fabrika. Baklava şerbeti bile oradan geliyor. Çocuklarınıza illa tatlı bir şey yedirecekseniz, ne olur evde kendiniz yapın ve olabildiğince az şekerli yapın. Çünkü total olarak da şeker zararlı zaten, yani insanın zarar görmeden günde tüketebileceği
şeker miktarı 30 gramdolayındadır.
30 gram, 8 kesme şekeri yapar.
Ama bu şekerin içinde ne yazık ki meyve de var, bal da var, yani siz kahvaltıda bir tatlı kaşığı bal yediyseniz, hakkınız 7 ye düştü. Bu hakkınızı ağırlıklı olarak meyve olarak değerlendirin. Eğer bugün hiç şeker yememişseniz, bal dahi yememişseniz, çayınıza hiç şeker koymamışsanız, başka hiçbir şeker kaynağı da yoksa, 8 kesme şekerin karşılığı 300 gram portakal veya 300 gram elma veya 400 gram kiraz veya vişne veya 100 gram kadar muz, incir veya üzüm yiyebilirsiniz. Ama sadece 100 gram. Yani mandalina zamanı ‘koy hanım önüme bir kilo mandalinayı ben bunu yiyeyim’ bu sağlıklı değil. Siz sınırsızca sebze yiyebilirsiniz ama meyve sınırlı yemeniz lazım. Meyvenin fazlası da şişmanlatır. Ve zararlıdır, karaciğer yağlanması yapar….. Yani meyve tek başına bile hem karaciğer yağlanması, hem karın tipi şişmanlık yapabilir. Karın tipi şişmanlığın çok özel bir yeri vardır. Bağırsak çevresindeki iç organların çevresindeki yağlar hormonal etkin yağlardır ve bu hormonal etkin yağlar ne yazık ki kanser oluşumunda da, kalp-damar hastalığı oluşumunda da etkindir. O yüzden eşit bir şişmanlık, yani kollar bacaklar her taraf eşit ama karın büyümemiş. Bu şişmanlığa çok itirazım yok.

Karın tipi şişmanlık, eşittir şeker hastalığı, eşittir kalp hastalığı, eşittir kanser.
O yüzden göbekler inecek. Göbekler inmediği sürece sağlıklı olma şansımız yok. Göbekleri indirmek içinde şekerden uzak duracağız. Çünkü en çok karın tipi şişmanlık yapan früktozdur. Bizim yediğimiz pancar şekerinin de yarısı früktozdur. Yediğimiz meyvenin şekerinin de yarısı früktozdur. Biz früktozu azaltmak zorundayız. Karın tipi şişmanlığı, dolayısıyla kalp hastalığı, kanser, inme gibi hastalıklardan kurtulmak istiyorsak karnımız inecek.
- Esmer şeker hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Bakın bütün şekerler esmerdir. Üretim aşamasında karamelize olur. O yüzden esmerdir ama yıkandıkça üzerindeki karamel atılır, rafine edildikçe beyazlaşır. Yani senin dediğin esmer şeker, yediğin beyaz şekerin üretimdeki bir önceki aşamasıdır. Sadece ticari bir tuzak. Daha yüksek fiyata satabilmek için ticari bir tuzak……
Şimdi karaciğer yağlanmasının önemli bir bölümü selim seyredebilir. Yani her hangi bir sorun yaratmadan da insan ömrünü bununla sürdürebilir. Ama bir bölümü yine hatalı beslenmenin devam etmesi koşuluyla, yağlı karaciğer iltihabına dönüşebilir. Alkol dışı yağlı karaciğer iltihaplanmasıdır bu hastalığın adı. Ciddi karaciğer yetersizliği, siroz karaciğer kanseri aşamasıdır. Bazen yağlı karaciğer iltihabı olmadan da sadece yağlı karaciğer aşamasında da bazı hastalıklar çıkabilir ama yağlı karaciğeriniz varsa iki yol var sizin önünüzde; biri nispeten hayatınızı idame edeceğiniz bir yol öbürü de ölümdür. O yüzden ne yapıp yapıp karaciğer yağlanmasını tedavi ettirmelisiniz. Bunun da temelinde şekeri tümüyle sıfırlamanız geliyor. Ancak iki yıl gibi bir süre içinde toparlayabilirsiniz……
Şeker kesmeyi dile getirdiğimiz zaman karaciğer yağlanması açısından, o zaman nişastayı da kesmemiz lazım.
Çünkü nişasta, daha ağzımızda çiğnendiğinde tükürükle glikoza dönüşür. Şekerdir; yani nişasta da şekerdir.
- Kolesterolün karaciğer yağlanmasıyla bir ilgisi var mı?
- Kolesterol olmazsa hayat olmaz. Bütün hormonlarımızın ham maddesi kolesteroldür. O yüzden zaten anne sütünde kolesterol çok yüksektir. Çocuğun hormonlarının üretilmesi için başlangıçta anneden aldığı kolesterole ihtiyacı vardır.
Kolesterol masum bir maddedir. Ama oksitlenirse oksikolesterole dönüşür ve damar sertliği yapar.
Peki oksitleyen ne?
Şeker.
Yedikten sonra şeker trigliseride dönüşür. Yağdır o ve o trigliseritten kolesterolü oksitleyerek damar sertliği yapar bir. İki;
ayçiçeği yağı, mısır özü yağı veya margarinden elde edilen trans yağ asitleri kolesterolü oksitler ve böylece damar sertliği oluşur.
Üç, yapay yemle beslenen hayvanların sütünde de iç yağı vardır. Damar sertliği yapıcı doymuş yağ asitleri vardır, bunlar kolesterolü oksitler ve hasta eder bizleri. Şimdi hayvanın merada otlarsa ayçiçeği yağı mısırözü yağı margarin kullanmazsan şekeri de azaltırsan senin damar sertliği olma şansın kalmıyor. Kolesterolün ne olursa olsun. Ama bu bilgi kolesterol ilacı üreten Amerikan şirketlerinin işine gelmiyor.
yılda sadece kolesterol ilacı satımından 50 milyar dolar elde ediyorlar.
O yüzden de Amerikan tıbbı bize ne emrediyor? Kolesterol ilacı ver diyor. Bakın gazetelere yansıyan bir gerçek var. Nasıl bizim Sağlık Bakanlığımız bir bilimsel kurul kurdu,
Amerika’da da böyle bir bilimsel kurul kuruldu ve “Normal kolesterol düzeyi kaçtır?” sorusuna bilim kurulu yanıt versin istendi.
Ve de normalin çok altı bir değer, 200 mü kabul ediliyor normal, 150 gibi bir değer ileri sürdüler.
Sonradan ortaya çıktı ki bilim kurulunda yer alan 9 öğretim üyesinin dokuzu da ilaç şirketlerinden rüşvet almışlar.
- Hocam kızartmalarda ne tip yağ kullanmak gerekir?
- Kesinlikle zeytinyağı, kesinlikle.
- Peki, zeytinyağının yanma derecesi ayçiçeği yağından yüksek midir?
- 240 derece, ayçiçeği yağından çok daha yüksektir. Tava ısısı normal şartlarda 180 dereceyi çok az aşar.
O yüzden rahatlıkla zeytinyağını kullanabilirsiniz ama dumanlaşma derecesi diye teknik jargonda adlandırılır sızma zeytinyağını kullandığınız zaman çok daha düşük derecelerde dumanlanma görürsünüz. O su buharıdır. Su buharıdır ve içindeki bazı organik maddeler yanar, koku maddeleri tat maddeleri yanar. O yüzden o, yağın yandığı anlamında değildir. Ne olur yanılmayın. Yağ yanmıyor. İçindeki bazı koku, renk maddeleri yanıyor. 240 dereceye kadar dayanan bir yağdır……

"SU"


- Bir dinleyicinin elindeki pet şişeden su içtiğini gören hoca,
- Şimdi içtiğiniz su ile neler elde ettiğinizi de gözden geçirelim ve bu günkü toplantıyı kapatalım.
O polietilen tereftalat maddesinden üretilmiş yani pet şişenin içindeki stalatlar suyun içine karışmış bulunuyor.
Ayrıca o plastiği yumuşatmak için antimon denen bir ağır metal kullanılmıştır o da suyun içine karışıyor
dolayısıyla siz hem stalat, hem de antimon içmiş oldunuz şu anda.
Peki, ne yapar bunlar size?
Bunlar hormon bozucular diye geçer. Sizin vücudunuzda bir takım hormonal bozukluklar yaratır. Bu hormonal bozuklukların bir bölümü, örnek, östrojen etkisini göstererek 5 yaşında çocukların adet görmesine sebep olur. İki buçuk yaşında bir çocuk getirdiler Lüleburgaz’dan adet görüyor. İki buçuk yaşında. Hamile bir kadın östrojen etki gösteren bir hormonal bozucuyu aldığı zaman, o madde özellikle bu 19 litrelik su bidonlarında onlar polikarbon denen bir plastiktir ve ham madde olarak Bisfenol-A denen bir maddeden üretilir. Bisfenol-A’nın meme kanseri yaptığı 1930 yılından beri bilindiği halde ve 130 tane bilimsel yayın olduğu halde bunun hakkında hala biz o bidonlardan su içmeye mahkum bırakılıyoruz. Bisfenol-A hamile bir kadının karnındaki çocuğun beynindeki cinsiyet ayrım merkezine gittiğinde çocuğun homoseksüel olma olasılığı çok yükseliyor. Meme kanseri riski çok yükseliyor erkekse prostat kanseri riski normal bunla temas etmemiş insana göre 3 kat artıyor.
Yani musluk suyu için Allah aşkına.
- Arıtıcılar hocam?
- Paranız varsa arıtıcı kullanın. Ama paranız yok arıtıcı alamıyorsunuz, musluk suyu için.
Musluk suyu İstanbul’da kullandığınız plastik şişedeki su hangisi olursa olsun 100 kat iyidir.
İSKİ’nın her ay İstanbul’daki bütün su havzalarının sağlık raporları internette yayınlanıyor. Biz geçen sene NTV’de bir su programı yapmıştık ve NTV Yıldız Teknik Üniversitesinde piyasadan topladığı suları bakteriyolojik incelemeye gönderdi. Hepsinde mikrop çıktı. Hepsinde istisnasız. Yani siz sağlıklı olsun, temiz olsun çocuğum mikropsuz su içsin diye mikroplu suyu paranızla içiyorsunuz. Bıraktım vazgeçtim mikroptan, kanser yapıyor. Almanya’da geçen sene ocak ayında Avrupa birliğinin gıda güvenliği merkezi vardır EFSA ocak 2010a kadar Bisfenol_A’nın sağlık sakıncası olmadığını iddia ediyordu. Ama toplum baskısıyla mayıs ayında biz bu işi araştıracağız dediler ve ekim ayında biberonlarda Bisfenol-A’nın kullanımını yasakladılar. Tamam, da biberonda yasakladın e çocuğuna Bisfenol-A’lı su bidonundan su katmıyor musun mamasını hazırlarken?
Isı ve zaman etkisiyle plastiğin defalarca kullanılmasıyla Bisfenol-A’nın suya geçiş oranı çok artıyor.
Şimdi su ısınmaz ki diyeceksiniz.
Arizona’da yapılan bir çalışmaya göre şehirlerarası su nakli sırasında kamyon içerisindeki su 80 dereceye kadar ısındığı saptanmıştır.
80 dereceye ısınan su o plastikten ne kadar madde çözüyor biliyor musunuz?
Sizi de sülalenizi de kanser etmeye yeter. Antalya’da yazın açık havada duran suyun derecesi kaç acaba?
Banyo bile yapamazsın o kadar sıcak suyla.
Ne olur musluk suyu kullanın. Bırakın şu plastikleri.
- Hocam bazı yiyecekleri plastik poşetlere koyup buzluğa atıyoruz . bu da sakıncalı mı?
- Şimdi bakın naylon folyo polietilen denen bir maddedir ve polietilenin bu güne kadar bir sağlık sakıncası saptanmamıştır.
Daha büyük sorun yoğurt kapları.
Mesela bazen çay içiyoruz köpük gibi bardaklardan veya uçağa bindiğimizde şeffaf cam gibi çıt diye kırılan plastik bardaklar var hem o polystryne hem köpük gibi olan bardaklar da polystryne onlardan stryne çayımıza geçiyor o da kanser yapıyor.
Şimdi plastik yoğurt kaplarında, ben anlata anlata zannediyorum bazı firmalar artık polipropilen kullanmaya başladı.
Kabın altına baktığımız zaman veya yanına baktınız zaman bir üçgen göreceksiniz. Üç oktan oluşan bir üçgen. Bu geri dönüşüm işaretidir. O üçgenin içinde bir sayı yazar. 5 numara polipropilendir altında da zaten PP yazar.
Yoğurt alırken artık markaya göre değil kullandığı plastiğe göre tercihinizi yapın.
Ben her yoğurt almaya gittiğimde maalesef aynı firma farklı marketlere farklı plastik gönderebiliyor. Daha ucuz marketlere adi plastiklerde, lüks semtlerdeki marketlere daha kaliteli plastikte gönderiyor.
Ne acı. Yani ayırım yapıyor.
- Yani hocam üçgenin içinde 5 miyazması lazım?
- Evet polipropilen
- 1,5 litrelik su şişelerinde 1 yazıyor.
- Evet, işte o PET polietilen tereftalat, kötü, 1 numara kötü. Evde 19 litrelik bidonların altına bakın. Onda da 7 yazar. 7 diğer plastikler anlamına gelir. Diğer plastiklerin içinde 6-7 farklı plastik vardır bunlardan bir tanesi de polikarbondur onun için üçgenin altında PC kısaltması vardır.
Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL

MAİLCE'den derledim.
Ayhan Mansuroğlu

Bu çok önemli toplantı metnini okuyunuz.